aldın da burktun köşesini kırmızı dudağın

soluk griye belenmiş bu devri

aldan kaftana sokmaya çalıştın

burnunu, kan çıkan bozgundan çıkarttılar

sen kafanı batırdın yeniden

yoksul bir şakımanın sesi kısık tarihine

sözünü sakınmadın soluklardan, soğuktan ve zamanın, geçmez çiğ kokularından


susadığın aşk sandın

hakikatsizlikten kurudu tüm gövden

bir hakikat aradın, bir damla hakikat

bir sual kalmadı

bir cevap, üstüne yürümeyen


yıldızları türbelere yapıştırdın tılsımlarla

şiirin, tükürdün ağaç dibinde düpedüzlüğüne

renkleri çinilerden, tılsımlardan

o ayetin gözlerinde bıraktığı izle

çözerek görüverdin

gözlerinde söndü vakti gelince

gözlerin vakitsizdi bilemedin


bu göklere tünemiş inanca şemsiye açtın

bir sen doğrusun sandın

bir sen yolcu

yanıldın


yücesinden damlayan kederin

ışığını diktin, hakikatin körlük dumanına

istanbul'un bağrında sarımtırak

bin ezilişi ağırlıkla yenen

kalabalığı, sağa sola bölüp

ölesice bir kertenkele gibi

asfaltlara burun kıvıran bir ağlayışla

boyun büktün körlüğün rengine

şimdi

bu rengi boynuna dolayana

küfür edemezsin.