O ağlayınca, kemanlar notalanırdı kirpiklerinde.
Ben kahırlanınca ciğerlerimden şiirler dökerdim.
Susar, konuşamaz hayata darılırdık,
Isınmazdı İstanbul, soğuk ellerimizi yakardı.
Bir oğlanlaymış,
Ona güler, kahve içer, elbise giyermiş
Ben bir elim çenemde
Uykusuz ve tatsız,
Bıktıkça soğutan ve sonu gelmez insan sıkıntısından;
Kanatlarından tutup şeytanları ipe sererdim.
Gözlerimle dalgınlıkları sıvardım...
O tekinsizin biri, gitmelerin ve hayatın insanı
Rütbeleri işte, yıldızı, kılıcı, kara çelengi,
Omuzuna düşen kısa saçları.
Galata yüzlü, kilise sokağı o;
Ağlayınca paslar dökerdi kıvrımlarından
Demir sesleri, çanlar, raylara atardı pergelini.
Bense buhrana düşer durur,
Yaralarımı kapayamaz olurum Ocak ayından.
O, ben çenesini tuttukça titretirdi dudağını
Kara gözleri denizi boyardı, yeşerirdi Beyoğlu.
Gün ona, gözlerine benzemek için gece oluverirdi,
Işımazdı odam, masamdaki mürekkep okkası
Gönlümü dinler dertlenirdi.
Bitirdik işte tükettik bir yaşamı,
Ellerimzde ne bir iz, dişlerimizeden sökecek ne bir kelime,
Ne koparılacak güller,
Ah! Ne de bir tek dal sigara kalmıştır tabakamda.
O ağlayınca İstanbul ağlardı.
Ben kahırlandıkça saçlarım anılara dolanır vapurlarda,
Bir mezcup uzanırken sokakta
Çırpınıp kıyıya vuran dalgalarda avuturuz birbirimizi
En çok sevmemiz gereken yerde unuturuz.