Elbet kırılıyor insan, tıpkı kemikleri gibi.

Tüm ruhum alçısıyla sıvanmıştır hayatın,

İzin verseydi, uyku akan gözlerim,

Ruhumda ki sızıyla bir asır uyurdum.


Hıçkırarak ağladığım son gece,

Aklımın aldığı son akıllıca karar,

Susmak, sakinleşmek,

Ve ölmemekken,

Yüreğimde bir gülü yeşertmek için,

Son bir gülü yetiştirmek için,

Henüz zamanım ve gücüm vardı.


Tüm çabalarım ve uğraşlarım,

Bir doğumu andırabilirdi ancak.

Yeni doğmuş bebeğin kanlı sureti,

Ruhumu betimleyecek,

En ama en sade şeydi.

Zira bir bebeğin minik

Güçsüz olduğuna inanılan elleri gibi,

Sıkıca sarıldım merhametime.


Yalnızlığım, asırlardır nefes alan,

Koca bir ağaç kadar dallanıp budaklanmış,

Ruhumun tabanlarına kadar kök salmışken,

Dualarımın hala gerçekleşebileceğine dair umudum,

En az güneş kadar büyük ve sıcacıktı.


Buna rağmen donuyor, titriyor, köpürüyordum.

Apansız sağanak yağmur altında bir kimse gibi,

Soğuk terlerimden, sırılsıklam olmuş,

Yanaşıp kendimi ısıtacak bir soba arıyordum.


Tüm bunların yanında amansız bir öfke krizi,

Çepeçevrelemişken bedenimi,

Zift gibi nefret akıyordu damarlarımdan.

İçimde ki şey, dünyayı ortadan ikiye bölmek üzere,

Yaratılmış bir kudret gibiydi,

Yine de güldüm yüzüne.


Şimdi beyaz ve mavinin yuva edindiği bir yurtta,

Soğuğun tam ortasında,

Ölüm mavisi, ölüm beyazı,

Bir nefret ayazı,

Yiyip bitiriyor ruhumu.


Kaç amansız savaştan bu sonuncu

Diyerek ayrıldım saymadım bile,

Bu elbet olmalı, bu sonuncu.


Donmak üzere olduğuna inanan,

Körpe bir askerin,

Hatıratından hallice.