Hamal söylenilen patikaya ulaştı. Sahibesi iki kilometre demişti, üstüne iki kilometre daha yürüdüğüne emindi. Eteğindeki bezle alnını ve gövdesini kuruladı. Issız çölün kavurucu sıcaklarına yeni bir gün daha ekleniyordu. Ne demişti sahibesi:

-En büyüğünü bulmadan gelme. En büyükleri gölün en derinindedir.

En büyük, diye sıkıntıyla tekrarladı hamal. Aynı zamanda hizmetlisi olduğu köşkün, peynirleri tükenmek üzereydi. Aralığı göremeden üstelik. Yeniden gözden geçirdi tüm yılı, sahibesine ikna edemediği hasta inekleri, ahırda sabahladığı geceleri, ve sonunda boş bakan inek gözleri düşündü. Tüm suç kibri, dedi hırsla. Yumruklarını sıktı, solundan kalkmıştı belli ki. Şakaklarını ovalarken yatışmayı diledi. Süt bitmişti, paraları tükenmişti, artık peynir istemeyecektir derken kahvaltıya bir dilim çıkarabildiği bugün ile işler çığırından çıkmıştı. Sahibe kahvaltı yapmasına izin bile vermeden yola koymuştu onu.

-En büyüğünü bulmadan gelme!

-Bulsam peynir çıkacak sanki. Ot mu bu?

Saçlarını çekiştirip susmasını öğütledi. İkindiyi görmemişti vakit, günü böyle kapatamazdı.

 

Yol bitmek üzereydi, gölün ve ördeklerin sesini alabiliyordu artık. Suya hiç girmediğini söylese, kovulur muydu acaba? Hayır, ben doğru olanı yaptım diye teskin etti kendini. Sahibesi acımazdı, üstelik kovmadan önce falakaya da yatırırdı. Bu düşünceyle terlemiş ayaklarının terlikte bıraktığı sesi dinledi, böylesi çok daha iyiydi.

-Ya taşı çıkaramazsam..

 

-Hadi! En uzağa atan kazanır. Şimdi.

Geleneksel göl gezisinin, taş atma rutini alışıldık zafer ile sonuçlanmıştı. Keyifle sırıttı oğlan, arkadaşının saçlarını çekiştirdi.

-En uzağa atan hep ben olacağım, dedi gururla. Dudak kıvrımlarını düşürüp, gözlerini dolduran çocuğu keyifle izledi. Büyümen gerekiyor derken de söylediğine inanmadığı belliydi. Gür kahkahasını bahşetti oğlan. Sonra çocukla kalmaktan sıkılmış olacak ki büyüklerinin yanına döndü. Anlamadığı siyasi konulara başını sallamak ve ‘’hmm..’’lamakla, çölün bayat dedikodularına ise sahte heyecanlarıyla eşlik etti. Sıcakta ayılıp bayılan, her güne farklı etekle çıkan, rengarenk yelpazesi olmadan görülmemiş komşularına gelince sıra, heyecanı kontrolsüz yansıdı. İki sene önceki haylaz rüzgarın hatırası yanaklarını kızarttı. Büyükler henüz fark edebildikleri varlığını sorularıyla şereflendirdi. Utancı artan oğlan, saçma ve çelişkili ifadeler kullandı.

-Ben kazandım yarışı, taş atıyoruz her yıl. Bu sefer onun taşı göle değmedi bile.

Sabırla görevi yerine getirdi büyükler, çocuğun sesi duyuldu, ‘’Şimdi de yüz.’’ diyerek uzaklaştırdılar onu.

Oğlan hiç istemeden kalkıp çocuğun yanına döndü. Şimdi de çömelmiş ağlıyordu çocuk. Bu onu sinirlendirdi. Pataklamak, göle atmak istedi çocuğu. Eteğindeki bezle terini sildi. ‘’Kalk.’’

-Kalk dedim!

 

Nihayet göle vardı. Çocuğun çömeldiği yerde ayakta bekledi bir müddet. Sonra kafasını eğip geçmişini.

-Taşı bulmaya kendisi gelecek.