İnsanı bir yola iten, karar verdiren, vazgeçiren… Aslında bir şekilde harekete geçirenler arasında bayrak taşıyan duygu, korkudur. Bir acziyet olarak karşınızda dikilmekten ziyade, yaşam öğretilerinin zemininde muhakkak kendine yer bulur. Yakaladığı anda insanı sığ düşüncelere hapsedebilir, başkalaştırmaya meyil edebilir ve çoğu zaman başarır da.


İnsanın en büyük korkusu ölümün temelinde yatanın bilinmezlik olduğu aşikar iken hayat boyu aslında bilmediklerimizden korkar, bir direnç mekanizması ile karşılarız. Konfor alanımızdan çıkaran, mevcut duruma nispeten yabancı kalan ne varsa hislerimiz korku ile başlayıp başkalaşır. Geçmişten ziyade, geçmişte gerçekleşenlerin gelecekte getireceklerinden korkarız. İdrak dışı kalan davranıştan, sesten, histen korkarız. Bizi dürtüp harekete geçiren korku, aynı zamanda benimsediklerimizi çoğaltır, öğrendiklerimizi arttırır ve karakterimize karışır. Napolyon korkuyu ‘insanı harekete geçiren bir manivela’ olarak tanımlar. Ona göre menfaatle birlikte korku da tetikler davranışı, insan muhakkak bir yola sapar.


Bir şekilde adımımızın özelliklerini belirleyen korku, büyük resimde özgürlüğümüzün kelepçesi gibi de görünebilir. Özgürlüğü hiçbir etki altında kalmadan yürümek gibi düşünürsek; korku bizi koşmaya, durmaya ya da en iyi ihtimalle yavaşlamaya zorlayabilir. Yine konfor alanımızdan çıkarken bu sefer yabancı olan kendimizden başkası değildir. Farklı bir zamanda tercih etmeyeceğimiz davranışlarda bulunduğumuzu fark ettiğimizde, belki de başta pişmanlığa bürünmemize neden olan davranış benimsenmiş ve karakterimiz bir nevi başkalaşım geçirmiştir; korkularımız da böyle böyle değişmiştir.


Korku ile gerçekleşen yolculuklarda öğrenilenler bazen soluklanma alanımızı genişletse de, bazen bizi özümüzle baş başa bırakacak kadar daraltabilir. Korkmadan sevmek, korkmadan yaşamak, hatta gözlerini kırpmadan korkusuzca savaşıp ölebilmek… Sık sık maruz kaldığımız korkusuzluk güzellemeleri, mücadelemizi hep korkularımızla başa çıkmaya evirir. Korkuların üzerine gitmemiz gerektiği keşfi, korkularımızın özgürlüğümüze ket vurmasına engel olmak amacının, pişman olma veya bazı fırsatları kaçırma korkusunun bir yansımasından başka bir şey değildir. Üzerinize gelen korkuya kıyasla, korkunun üzerine yürüme meselesi insanın hep sahip olmak istediği bir şeyleri kontrol altında tutabilme hazzını getirir yalnızca. Gerçekten tehlikeli olana maruz bıraktığımızda kendimizi, bunu isteyerek yaptığımız için canımızın acısı azalacak değildir. Tanımadığımız bir dikene yalın ayak basmaya çalışmak, olsa olsa öğrenmeye fazladan heves etmektir. Belki de hiç bitmeyen mücadelemize renk katmasını umduğumuz taktiktir.