Bu boş yollarda yürümenin bana kattığı nedir? Benden götürdüğü bir şeyler var mı ya da? Yürümek, gece yürüyüşleri ve koşuları ayaklarımın yere daha sağlam basmasını sağlıyor. Ayaklarımın yere basması yani, kelimenin tam manasıyla. Bu bana bir nebze iyi hissettiriyor. Neler olur, neler olmaz hayatta? Hadi bakalım canım, bir şişe şarap, biraz çerez; ha gayret çıkacak!

Sokağa çıkma yasağını delen birtakım ilaçlar var hayatımda. Nöbetçi eczanelerden alınacak birkaç paket Arveles, biraz Nurofen; bir bahanem illa ki var. Yürümekten ne imtina ediyorum, ne pes. Hayaller kuruyorum: nice dream, nice dream, nice dream. Bilmem kaç yaşımın içine dünya şartlarıyla beraber el ele tutuşup sırayla dönerek sıçtık. Ne sağtöresel prangalar var ayağımda, ne ayıp, ne günah. Kalmadı. Dürüstlüğümün ilk adımını attım, sadece ben kaldım. Kırmadığım kalp kalmadı. Kim aramasın istersem arıyor, kim arasın istersem aramıyor. Bu benim hayatım mı diyecek oluyorum ama tam da benim hayatım işte. Duygusal kontrolcü ve düzlemsel -keskin- yargılayıcı olarak geçirdiğim bunca sene, hop çöpe! Dürüstlüğün hakkını vermek lazım ama, dürüstlük ve keskinlik insana biraz iyi hissettiriyor. Belli bir yüzdesini doldurdum dürüstlüğün, şimdi sıra en zorunda. Zorlamıyorum kendimi. Ne de olsa kaybedecek pek bir şey kalmadı. Bundan sonra şanslıysam en çok kazanırım. Kazanmazsam canımız sağ olsun.

Yürürken aniden telefonumu çıkarıp şöyle not alıyorum: “İnsanın içi katman katman. Bir yanı ötekisine değmiyor.” Neresi değmiyor, neresi değmiyor? Benim işte, oram burama değmiyor. Duygusal dengeler ne çabuk kayboluyormuş. Dengemi kaybettim sandığım geçmişteki her anımın ruhu şad olsun, bir bok kaybettiğim yokmuş. Ne kolaymış her şey. Evet o radikal kararı al, evet oraya git, hayır oradan geri dön; bu kadar basit işte. Şimdi ne olacak peki? Biri de gelip bana desin ki, evet o kararı al, evet onu konuş, hayır bunu sus. Bener’in uğursuzluğu üzerime çöktü. Bahsettiği ailevi bağı şimdi her zamankinden daha iyi anlıyorum. Görmediğimiz bağlar var bu hayatta, kukla gibi bir o yana bir bu yana omuzlarımızdan iteleyip çekiyor. Ne onur kalıyor geriye, ne gurur, ne uğur. Bir yanım var, korkuyorum. Bir anda konuşmaya başlarsam patinaja takılacağız ve son tekmeyle uçurumdan aşağı yuvarlanacağız. Hayat, hayal edilen gibi olmaz hiçbir zaman. Kendini imgelerle ifade etmek bazı durumlarda daha sağlıklıdır. İletişimin ortasına elle tutulur bir gerçek koyuponun üzerinden. Elle tutulur gerçeğim, beni affet.

Bir güç var orada, bazı sabahlar sarılarak uyanıyoruz onunla. Her şey mümkün, her şey konuşulabilir duruyor. Gece yürüyüşleri var bir de, dünyanın kenarında, her şeye uzak, ağaçların arasında yürüyorsun. Sabah mı gerçek, gece mi diye düşünüyorum. Biraz daha şarap canım, ha gayret! Gece gerçek tabii, gece gerçek. Sabahları insan yalnızca biraz daha mahmur olur. Çocu gibiliğin işimize yaradığı bir an yok. Derdi batsın, umudu batsın çocuk gibiliğin, çocukça uyanılan sabahların. Umut, bizi paramparça ediyor. Aynı umut; çocukken annen pazara gitmiş, evde tek başına bekleyeceksin onu, sakin ol. Ama ne oluyor bir anda, tekli koltuğun arkasına saklanıp yere çöküyorsun, ağlamaya başlıyorsun. Annen geldiğinde seni tekli koltuğun arkasında korkak ve ağlak buluyor: “Ama canım, hani korkmam demiştin! Git demiştin hani!” Aynı umut hepsi, aynı umut. Aynı şaşkınlık. Ne gurur kalıyor geriye ne umut. Korktun ve altına işedin. Geri dönüşü yok.

İnsanlar böyle zamanlar yaşar. Kimi vahşi ve kırmızı resimler çizer, kimi karışık tümceli yazılar yazar, bazısı zekice şiir eder, kimi müziği son ses açmış; kim bilir? İnsanlar böyle dönemlerden geçer, kumar oynar. Bunda şaşılacak bir şey yok. Çırılçıplak Vegas’tan dönmek her zaman ihtimaller arasında vardı. Yapayalnız döndüğün bu yol sana bir şeyler illa ki anımsatacak. Akademi, sosyal yaşam, bir evin salonu, hepsi senin için. Dünya hatta, evet o da senin için. Senden başka kim var ki? Hadi biraz daha şarap canım, ha gayret! Korkaklık canım, evet aynen dediğin gibi; alçaklık. Bunu en iyi sen bilirsin. Hiçbir zaman korkak olmadın; topla meyvelerini. Fakat şunu illa ki unutuyoruz, korkmamak gibi bir seçeneğimiz yok. Ertelemek o. İnsan elbet korkuyor, bu yaşamın ilk endişesi. Boğulurken en son gördüğümüz resim, bir resim olarak yani çünkü realitesini kaybediyor gün geçtikçe, hep orada kalacak. Korkaklığın sütünü hepimiz emeceğiz ve sünmüş bileklerimize kazağımızın, çenemizi sileceğiz. Terli ve pis hayal ediyorum hepimizi. Biz idare eder insanlarız. Büyük hatalar yaptık. Geri dönüşü olmayan ve ancak ucu bize, bir başkasına değil, değinen yalanlar söyledik. Dürüstlükmüş, korkaklıkmış; biz kavuşalım da gerisi yalan. Diyorum ama?

Karmakarışık çizgiler hayal ediyorum, karmakarışık şekiller, bizi birbirimize bağlayan hayatın kritik noktalarında kesişiyor ömrümüz. Ben o sahile gideceğim, o denizi izleyeceğim ve beş dakika içinde sıkılacağım. Seninle izlesek sıkılmazdım diyemem ama beraber sıkılırdık. Bunun herhangi bir manası veya iyiliği var mı bize karşı, bilmiyorum. Katman katman oluşa gidiyor yine aklım. Katman katman oluşta henüz kafamızın yatmadığı bir şeyler var. İnsan bir yerinden tutsa ve orada dikilse, üstüne yıkılıyor geri kalan bütün merdivenler. Güllacın sütü bizi eriyik eriyik ediyor. Bir tarafından sen tutacaksın demek ki, bir tarafından şu, öbür tarafından o. Bunu elbet bir gün anlayacağız.

Bitti şarap canım, bitti. Hadi uyu.