o, kaba hesaplar yapıyordu..
mesela kimseye verecek bir hesabı olmadığını söylerken, hemen ardından aynı kişiye hayatının şeceresini dökebiliyordu. topu topu bildiği iki şey vardı aslında; bildiği ve bilmediği... yere, zamana ve duruma göre biliyormuş ya da bilmiyormuş gibi davranırdı. ah, kaba hesaplar mı dedim, unutun onları, ince hesaplar gerektirir oysa tüm bu yaptıkları! ve ne yaptığını da gayet iyi bilirdi. bir kere, bir gece öncesinden oturup kırık dökük koltuğuna, başının üzerinden ıskartaya çıkan iki üç parmağıyla kalemini pervane gibi çevirir ve kara kara bir düşünür gibi görünürdü o anlarda, o ızdırap saatlerinin çetelesini tuttuğu notlarda.
evet, yazardı, çizerdi... yazardı ve çizerdi... sonra da itinayla bir origami üzerinde çalışır gibi saatlerce buruşturduğu kağıtları hızla balkonundan aşağı sallardı.
ben, çöpten kağıtları toplamak, onları özenle açıp düzeltmek işinde ustaydım.
her kimin yazdığı her ne varsa, işte o bilinmezliğin merakıyla doluydum. gözlerim bir sigara tiryakisinin gözleriydi, süpürürdü yerleri.
o gece, gökten adeta altın yağmıştı, altın! başımın üstünde konfeti gibi uçuşuyordu kağıtlar. benim için onun balkonunun altında olmak, yüksekçe ve ışıklı bir sahnede olmak demekti.
artık işim gücüm bu olmuştu.
ne de olsa çöpçüydüm,
bir temizlik abidesiydim.