Vücudumdaki ağrılar beni mahvediyordu. Gecenin bir yarısı aniden başlayan ağrılar tüm gece boyunca beni uyutmadılar. Her gece ağrı dahada artıyordu artık. Araba sürecek halde değildim çağırdığım taksiyle hastaneye gittim. Yol boyunca ağrının şiddeti belki beni yatıştırmak isteyen taksi şöförünün konuşması kendimi acil doktorunun önüne atmam sanki günler geçmiş gibi oldu. Doktorun kapısın önünde bekleyen beşinci hastadan sonra nihayet sıra bana gelmişti ama nedense sıra gelince tüm ağrılar gitmişti.
Yine aynı teşhis böbrekler taş düşüyordum. Röntgen çekmek isteyen doktora her şeyi anlatmama rağmen röntgen çekilecekti.
Önümdeki sıra doktor sırasından daha da fazlaydı bu sefer. Ama ağrım yeniden başlıyor gibiydi. Açılar içinde kıvranırken önümde tekerlekli sandalyede yaşlı bir kadını bekleyen kıza ve telefondaki konuşmalarına takıldım.
Abla annemin durumu kritikmiş neden anlamıyorsunuz ya beni neden yalnız bırakıyorsunuz. Lütfen biriniz gelip bana yardım eder mi dedi.
Birden arkasını dönerken bana çarptı ve telefonu elinden düştü ayaklarımın altına, eğilip telefonu alıp ona verdim ve gözlerindeki yalnızlığı, yorgunluğu ve tükenmişliği gördüm ona bakarken.
Geçmiş olsun.
Teşekkürler, size de geçmiş olsun.
Sıra onlara gelmişti içeri yönelip gittiler. Sonunda benimde sıram gelmişti röntgenimi çekip , sonuç çıkana kadar kantinden bir şeyler alıp dışarıya çıktığımda elinde sigarası ve hiç kımıldamadan masadaki kahve bardağına bakarken onu tekrar gördüm. Gidip yanında durup yavaşça;
iyi misiniz, kötü bir şey yoktur inşallah.
Hiç hareket etmeden bardağa bakmaya devam ediyordu. Biraz daha yanına yaklaşıp tekrar.
iyi misiniz hanımefendi
Şuanda öleceğini bilmeyen ağrılarının kireçlenmeden olduğunu bilen bir annenin kızı olarak ne kadar iyi olabilirim sizce.
O an orada ne diyeceğimi hatta konuşmayı bile unutarak öylece ona baka kalmıştım. Gitmek istedim ama bir elin gitme kal lütfen der gibi beni orada kalmaya zorladı.
Hiç bir şey söylemeden karşısındaki sandalyeye oturdum gözlerini kahve bardağından kaldırıp bana baktı ve gözlerinde sanki teşekkür ederim diyordu.
Kahve içer misin. Dedi ve elindeki kahveyi bana doğru uzattı.
Hiç içmedim içemedim annemin durumunu düşünüyorum sence nasıl söylemeliyim bunu ona yada söylememeli miyim son zamanlarını güzel güzel geçirsin.
Söylemelisin dediğimde gözlerimin içine baktığında çaresizliğini yalnızlığını bir kez daha anladım.
Kimse yokmu yanınızda telefon konuşmanıza misafir oldum istemeden.
Aslında herkes var ama gördüğüm gibi yalnızım.
Anlıyorum sizi.
Hastanenin kantininde geçen o an, sanki zaman durmuştu. Kadın, kahve bardağını tekrar önüne çekip başını eğdi. Yüzündeki ince çizgiler ve solgun teni, onun yüklerini açıkça haykırıyordu. Uzun bir süre sessizlik oldu, yalnızca kantinden gelen çatal-bıçak sesleri ve birkaç insanın alçak konuşmaları bu boşluğu dolduruyordu.
“Annenizle çok yakınsınız sanırım,” dedim usulca, sessizliği bozmaktan çekinerek.
Başını yavaşça kaldırdı, gözlerindeki hüznün altında bir kırgınlık daha saklıydı.
“Yakın olmak mı? Evet… Belki de fazla. Ama ne tuhaf değil mi? Hayatın bunca karmaşasında, her şeyi anlamaya çalışırken sevdiğiniz insanlar birer birer ellerinizden kayıp gidiyor. Ve buna engel olmak imkansız…”
Söylediklerinden çok, söyleyemediklerinde bir fırtına kopuyordu. Karşısında otururken, içimde bir yerlerin onun bu yalnızlık dolu ağırlığını paylaşmak istediğini fark ettim.
“Peki ya siz?” diye sordu aniden, gözlerini direkt bana dikerek. “Burada ne yapıyorsunuz?”
Hafif bir tebessümle cevap verdim, “Benimki daha sıradan. Böbrek taşı düşürüyorum ve açıkçası hayatım boyunca bu kadar acı hissettiğimi hatırlamıyorum. Ama sizin anneniz gibi bir kaygı taşımıyorum. Belki de bu yüzden buradayım, sizi dinliyorum.”
Bu yanıt onu hafifçe gülümsetti. Yorgun dudaklarında beliren küçük bir kıvrım, aslında içinde hâlâ bir şeylerin kırılmadığını, sadece çok yorgun olduğunu hissettirdi.
“Garip,” dedi düşünceli bir tonla, “bazen hiç tanımadığınız bir insan, tüm tanıdıklarınızdan daha yakın gelebiliyor. İnsan ne zaman başkalarına dayanmayı unuttu, biliyor musunuz?”
“Bilmiyorum,” dedim. “Belki de dayanmayı unutmadık, ama çevremizde kimse kalmayınca zorunlu bir alışkanlık haline getirdik.”
Bir süre yine sustuk. Bu kez sessizlik rahatsız edici değildi; bir şeyleri açıklamaya çalışmanın gereksiz olduğunu hissettiren bir tür anlayış vardı aramızda.
Sonunda bir telefon çaldı. Kadın, birden irkilerek çantasından telefonunu çıkardı ve konuşmaya başladı:
“Efendim… Evet, tamam. Geldim… Hayır, yalnız değilim…” dedi, bana hızlı bir bakış atarak. Telefonu kapattıktan sonra ayağa kalktı ve gözlerimin içine baktı.
“Sanırım beni annemin yanına çağırıyorlar. Çok teşekkür ederim…” dedi sessizce, ama o teşekkür sadece lafta değildi; gözlerindeki minnettarlık bunu açıkça gösteriyordu.
Kantinin kapısından çıkarken, gözden kayboldu. Kendi röntgen sonuçlarımın ne zaman çıkacağını umursamaz hale gelmiştim. O kadınla yaşadığım bu kısa an, kendi ağrılarımı gölgede bırakmıştı. Ağrımda sakinleşmişti zaten sonucu beklemeden çıkıp biran önce eve gitmek için hareket ettim.
Belki de bu bir rüyaydı yada ağrılarımın halisünasyonuydu.
Aylardır beynim sanki hastanede cafede o masada kalmıştı. Bir türlü toparlanamıyorum kimdi o ne oldu annesi ne durumdaydı. N'apıyordu acaba.
Bugün babamı ziyaret etmeliydim ağrılarımdan dolayı gidememiştim uzun zamandır mezarlığa.
Bu kadar zamanda sanki herkes ölmüş gibiydi mezarlık dolmuştu.
Babamın mezarının çaprazındaki mezarlık yeni gibiydi üzerinde bir sürü çiçekler vardı çiçek bahçesi gibiydi. Babamın mezarının üzerindeki otları temizlerken dalmıştım o ara geldiği belliydi arkası bana dönük yeni mezarın üzerine eğilmiş bir taraftan ağlayıp bir taraftan konuşuyordu yavaşça yanına doğru ilerleyip başınız sağ olsun dedim.
Kadın irkilerek başını kaldırdı ve yüzünü bana döndü. Göz göze geldiğimizde, kantinde karşılaştığım aynı gözleri tekrar gördüm. Yorgun, yalnız ama aynı zamanda bir şeyler anlatmaya çalışan o gözler… O anda zaman sanki bir kez daha durdu.
“Teşekkür ederim,” dedi, sesi titrek ve hüzün doluydu. “Annemi kaybettim… Artık her şey bitti.”
Söyleyecek bir şey bulamadım. Kelimeler, bu tür anlarda çoğu zaman kifayetsiz kalır. Sadece başımı eğip, onun acısını paylaşmak istediğimi anlatmaya çalıştım.
Kadın, mezarın üzerine yerleştirdiği çiçeklere dokunarak devam etti:
“Bugün tam bir hafta oldu… Onun burada olduğunu kabullenmek o kadar zor ki. Hastanede o gece yanımda oturmuştunuz, hatırlıyor musunuz?”
“Evet,” dedim, hafif bir sesle. “Sizi unutmadım.”
Acıyla gülümsedi. “O gece söyledikleriniz… Anneme durumu anlatmam gerektiğini düşündüğüm o an… Onunla son birkaç günü, her şeyi bilerek geçirebildim. Bana güç verdiniz, teşekkür ederim.”
“Bunu yapabilmek bile büyük bir cesaret,” dedim. “Anneniz eminim ki son günlerinde yanınızda olmanızı hissetti ve sevginizi gördü.”
Kadın, gözyaşlarını silerken hafifçe başını salladı. “Evet, hissetti… Ama artık her şey o kadar sessiz ki. İnsan, sevdiği birini kaybettiğinde onun ardından yalnızca bir boşluk kalıyor. Ve bu boşluk… Asla dolmuyor.”
Sessizlik tekrar aramıza çöktü. Sadece mezarlığın hafif esen rüzgarı ve kuşların cılız ötüşü duyuluyordu. İçimde bir şey, onun acısını paylaşmak için yanımda kalmam gerektiğini söylüyordu.
“Babanızın mezarı mı?” diye sordu bir süre sonra, dikkatini yanımdaki mezara kaydırarak.
“Evet,” dedim. “Yıllar oldu… Ama buraya her gelişimde, onu yeniden kaybediyormuş gibi hissediyorum.”
Başını hafifçe salladı. “Sevdiğimiz insanlar, gittiklerinde bile bizi bırakmıyorlar aslında. Ama bu, eksiklik hissini daha da büyütüyor.”
Kadın mezarın üzerindeki çiçeklerden birini aldı ve elinde tutarak uzun süre inceledi. Sonra hafifçe bana döndü. “Burada fazla kalmamam gerekiyor. Ama size teşekkür etmek istedim. O gece… Yanımda olmanız, hiç tanımadığım birinden gelen o destek… Beni ayakta tuttu.”
“Her zaman destek olacak birilerinin olduğunu bilmek, insanı güçlü kılar,” dedim. “Bazen bir yabancı bile hayata tutunmak için yeterli bir sebep olabilir.”
Başını eğerek teşekkür etti ve ağır adımlarla mezarlıktan çıkmaya başladı. Onun arkasından bakarken, bir kez daha o kadının yalnızlığı ve gücü arasında sıkışıp kaldığını hissettim. Belki bir daha asla karşılaşmayacaktık, ama kısa sürede birbirimize kattıklarımız, hayatlarımızda silinmez bir iz bırakmıştı.
Babamın mezarının başında sessizce otururken, onun söyledikleri zihnimde yankılanmaya devam etti: Sevdiğimiz insanlar gidiyor, ama onların izleri bizde yaşamaya devam ediyor.