Bundan kaç yıl önceydi, tam hatırlayamıyorum. Üniversiteyi yeni bitirmiş, tekerlekli bir valizle gitmiştim o yaz memlekete. Dedemin, valizi gördüğündeki şaşkın yüz ifadesini hâlâ unutamam. Şaşırmak ve hayret edebilmek değil midir bizi daima dinç tutan? İşte babaannemin ve dedemin son dinç yazıydı hatıramda kalan. Hatun Gelin ismiyle müsemma bir insan, deli dolu, hoşsohbet, tükenmeyen enerjisiyle zamanının ötesinde bir kadın. İri yarı gençliğinden ona kalan uzun boyu biraz eğilmiş fakat ışıl ışıl, iş başında hep. Biz tüm gençliğimizle vakit öldürürken o yaz ramazanında, o kâh inek peşinde koşturmada kâh tarlada, bağda, bahçede. Konuşur susmamacasına ama öyle aynı muhabbete takılmaz çokça, yapacak işleri vardır çünkü. Bizim gibi değildir. Anlatır durur çoğu kez neşe içinde. O yaz ramazanı, beni gördü kapı önünde, yanıma oturdu. Biraz soluklanacak ve devam edecek, belli. Babaanne, dedim; sıcak, oruç da tutuyorsun, yorulmadın mı?


Onun sesini ve anlatış tarzını hatırlayanların anlayacağı bir üslupla, "Eyy gidi ey!" dedi önce. Hiç o kadar uzun oturmak tarzı olmadığı halde yanımda oturup altı çocukla geçen gençliğinin hikayesini anlattı uzun uzun. Bir ekmek tarifi verdi bana. Buradaki gibi değil, karabuğdaydan. Günde kaç kez yaptığını anlattı, bu anlattığı, gece çocukları acıkınca yesinler diye yatak uçlarına koyduğuydu. Ben dinledim, bir gün ekmek yapacak olmak hiç aklıma gelmemişti. Un bizde kek-kurabiye için vardı sanki. Kolay zamanların doyumsuz nesliydik, kim bilir. Ben o gün, bugünü hiç görememiştim. Babaannemin anlattıkları biraz masaldı bana. Bugün bu ekmeği yoğururken, onun için sabrederken, ne zormuş derken hatırladım birden... Emek vermediğin hiçbir şeyin kıymetini bilmezsin insan. Kıymet bilmediklerin de senin sınavın olur böyle. Her dönemin bir sınavı olacak çünkü, hayat bize öğretecek bildiği yoldan. Bilge Hatun kadar güçlü kalıp hayata sarılmak asıl mesele vesselam. Gidenlere özlemle, gelecek günlere umut dolu bir kalple, bu ekmeği öpüp başıma koyasım var. Nokta...