Benim zamanımda misket, yerden yüksek, saklambaç hatta evcilik oynar; yirmi beş kuruşa çekirdek alırdık, mahallede en çok çöpü kim toplayacak yarışı yapardık. G.A.Ü. diye bir grup kurmuştuk. Gizli ajans üyeleri olarak mahallede oyun oynamadan önce tüm çöpleri toplardık. Mahallenin çocuklarının hepsine Damla ablasının ojeleriyle mukavva üzerine G.A.Ü. yazarak üyelik kartları yapmıştı. Herkes evinde ne bulduysa getirirdi, evcilik sonrası piknik yapardık.
Karahindiba çiçeğine üfleyip etrafa saçılan yapraklarını izlemeyi çok severdim. Ölen kuşun cenaze namazını kılar sonra oyuna devam ederdim. Kışları okula, yazları camiye giderdim. En çok da Maçka’daki camiye gitmeyi severdim. Teneffüs aralarında imam hepimize kek ve meyve suyu dağıtırdı. Belki de bu sebepten isterdim en çok orayı. Çocuk aklı işte... Hiç unutmam; bir keresinde camiye gitmek istememiş, evden camiye diye çıkıp eve dönüş saatine kadar fındıklıkta saklanmıştım. Kışın derdim sobanın arkasına kıvrılıp ısınmak, yazın derdim Dursun Ali amcanın dükkanından bir şeker daha fazla almaktı. İpten hamakla sallanıp en uzaktaki ağaç dalına kim dokunacak yarışı yapardık. Çam ağacının gövdesini kazıyıp anneannem; çam sakızı yapardı bize. Bazen kırlarda taçlarıma papatyalar eşlik ederdi. Çiçekler dalında güzel olsa da çok severdim onları toplamayı. Mahallede koşuştururken annemin balkondan seslenmesiyle eve gelince "akşam ezanı okunmadan evde ol, demedik mi biz sana" naraları eşliğinde mutfağa koşardım. Hatta bazen dışarı çıkmam yasaklanır, bir dahakine ezandan önce evde olacağıma dair söz vermek zorunda bırakılırdım.
Bildiğim en yetenekli kameraman babamdı, bilmezdim daha fazlasını. Ramazan aylarında tekne orucu tutardım. Bayramlarda heyecandan geceleri uyuyamaz, bayramlıklarımı başucuma koyardım. Bir dönem o çocuk halimle anneanneme bir ay yoldaşlık etmiştim. Kendisinin iki evi vardı. Bir tanesinde günü geçirip diğerine genelde yatmaya giderdik. Televizyonun olduğu odadaki divanda yatardım hep. Sabahın ilk ışıklarıyla anneannem kalkardı. Uyandığımda hep ikinci evde kendimi yalnız bulur, bir hışımla dışarı çıkıp avazım çıktığı kadar “anneanne” diye bağırırdım. Sesime karşılık sesi gelince altın madeni bulmuş gibi sevinir, hemen yanına koşardım. Sofrayı kurdu mu “bak kızım sahanın bir tarafı senin bir tarafı benim”demesiyle anlardım yarısına peynir koyduğunu yumurtanın.
En büyük kavgam Azize halanın torunu Ahmet’le olurdu: Susamlı ekmek kavgası. Kuzineden yeni çıkmış, kokusu tüm köye nam salmış meşhur susamlı ekmek... En büyük maceram anneannemden izinsiz Hasan amcaların oraya inmek olmuştu. Acıkınca kapıya dayanıp anneannemden susamlı ekmek isterdim. Saatlerce evin az yukarısındaki çayırlara çıkıp kekik toplardım. Kurutup çay yapardık o kekiklerden.
Esasen en büyük günahım Güneş ablamın terliğinin ipini yanlışlıkla koparmak olmuştu. Ben masum çocuktum, geleceğe dair en büyük planım babam gibi olmaktı. Günlük tutardım gün gün. "Sabah kalktım, kahvaltıda omlet yedim" yazan bir nesildim. Devamında gün içinde yaptıklarımı sıralar, noktayı koyardım. Sevgili günlük biraderimle başlayan günlüğüm; zamanla gün içinde yaptıklarımı dinlemeyi bırakmış bir yaprağın ya da bir hayat hikayesinin bana hissettirdiği şeylere kulak verir olmuştu. İşte o gün bugündür yazıyorum.
16.05.2021, arkası yarın.