Haz

İnişler

Çıkışlar

Mücadele

Yorgunluk

Yok oluş

Var oluş

Dinginlik

İç huzur

Yeniden diriliş

Ve

ÖZGÜRLÜK

Spotify’da Bethoven’ın Moonligth Sonatası çalıyordu, abajurun soluk ışığı açıktı sadece, salondaki berjere gömülmüştü adeta. Nefes almaya ihtiyacım var diye düşündü, evin duvarları üstüne üstüne geliyordu… halbuki güzel bir evde yaşıyordu, birçok insanın yaşamayı isteyeceği kadar güzel… yine de atmak istiyordu işte, çıkıp gitmek bu evden, her şeyden… ayakkabılarını hızla giydi attı kendini sokağa, yürüdü, yürüdü, yürüdü… “hava öyle güzel ki yerdeki papatyalara, karıncalara basmamaya çalışıyorum:) aklım sıra doğaya saygı, bugüne kadar aklın neredeydi, özgürce yaşamak istiyorum çığlıkları atarken haklarına girdiğin onca canlının hakları var mıydı zihninin bir tarafında, iğrenmişti kendinden” günümüz insanının hazcılık ekolüne o da kapılmıştı, başını gökyüzüne kaldırdı ne kadarda güzeldi, masmavi güzellik hep oradaydı oysa dünyanın varoluşundan beri, yeni keşfediyordu sanki… özgür olduğunu zannederken bir kukla gibi nasılda oynatılmış, arzularının içine hapsedilmişti, yüzünü buruşturdu kendinden tiksiniyordu, hiç sorgulamadan önüne sunulan her şeye evet demek, canın ne istiyorsa onu elde etmek özgürlük müydü, bugüne kadar böyle yaşamasına rağmen ruhu hala açtı, doymuyordu, doymuyordu işte... Bir türlü bitmiyordu istekleri, bit- mi- yor- du, bazen durulmak istiyor engel olamıyordu işte, onca yıl memnun olduğunu zannettiği hayatın içinde boğuluyordu. Şu koskoca dünya dar geliyordu, omuzlarında koca koca yükler vardı, kendi isteklerine ulaşma derdindeyken haklarına girdiği insanlar, hayvanlar, bitkiler… gözünün önüne gelince dehşete düşüyordu kalbi sıkıştı yürüyemedi daha fazla sendeledi bir an, yakınındaki demir banka tutundu, zorlukla oturdu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu, hafif rüzgar saçlarını yalayıp geçti, oh rahatlamıştı biraz olsun, bu serinliğin tatlı bir işvesi vardı, hızla çarpan kalbinin sesini dinledi bir müddet küt küt, küt.. küt… küt……… küt…………… küt sakinleşti. İki güvercine ilişti gözü, yerdeki buğdayları gagalarıyla didikliyor, heyecanla yemeye çalışıyor, biri kendi yemek sofrasını:) ihlal edince kanatlarını çırpıp diğerini bir uzaklaştırışı var ki… gülümsedi bak onlarında kavgası var bu hayatta:) ama öfke ve kinleri yoktu… o biz insanlara mahsus… öfke, kin, kızgınlık, çıkar, ikiyüzlülük, hırslar, kıskançlık…, ha taktığımız maskeler var bir de olmadığımız ama olmuş gibi gösterdiğimiz maskeler… yüzünü buruşturdu istemsizce… bu yüzden yalnızlığı seçmişti belki de, yorulmuştu çok yorgundu içinde bulunduğu mücadeleden, kendinden sıkılır mı insan sıkılmıştı işte…. Kimim ben tanıdığımı zannettiğim, gerçekte olan ben kimim, koca bir hiçsin, hem de koskoca bir hiç… önünden geçen iki küçük kız çocuğunun tatlı kahkahaları sıyırdı tüm bu düşüncelerden, masumiyetleri öyle tatlıydı ki, çocukluğundaki gibi saf ve temiz olmak tekrar mümkün müydü? Düştüğünde gözyaşlarını silen annesinin şefkatine sığınmanın güzelliğini tekrar yaşamak mümkün müydü?

Uzun zamandır bu haldeydi işte, çevresiyle olan mücadelesi bitmiş kendisiyle olan başlamıştı, kendi içinde çırpınıp duruyordu. Tabiri caizse bir mahkeme kurmuştu, kendisini yargılıyordu ha bire, hakim kim? avukat kim? suçlu kim? suçsuz kim? Belli değil! Faili belli olmayan bitmek bilmeyen bir mahkemeye daha nasıl dayanılır bilinmez, tıpkı hazcılık gibi, girdiği bu savaşta içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Bunca yıl okuduğu araştırdığı öğrendiği birçok şeyin bir bir yıkıldığını görmek acı veriyordu. Tüm bunlardan sıyrılmak istiyordu artık yeniden ayağa kalkmaya o kadar çok ihtiyacı vardı ki, yalnızlığını gidermeye bir nebze vesile olacak gerçek bir dosta, riyasız, çıkarsız, olduğu gibi görünen bir dosta… var mıydı artık kalmış mıydı yer yüzünde böyle bir dost. Yıllar önce vefat eden babasının 50 yıllık dostu Cemil bey amca geldi aklına (eskiden değer verilen aile dostlarına bey amca ya da hanım teyze denirdi annesi öyle öğretmişti, Cemil bey amca, Cemile hanım teyze… hahhah ne tatlı:) cenazede Cemil bey amca, abisinin imzası ile babasının mezar yerini değiştirmiş hemen sol yanına kendi mezar yerini, kendisinin yanına Nebile teyzenin (ikinci annesi:) babasının yanına da annesi için mezar yerini almıştı. Cemil bey amca öldüğü gün kadim dostu kardeşinden başkasının yanında olmak istemediğini söylemişti, ağlaşmıştık… bir hafta boyunca herkes çekildikten sonra gelip bize moral verip gitmişti. Babasının çok sevdiği mahallenin çocukları şimdi kocaman olmuş gençleri, koşturup duruyor bir taraftan Nurettin dedelerine ağlıyorlardı, tanıdığı tanımadığı bir sürü insan onun desteği ve yardımlarından bahsediyordu ne çok yüreğe dokunmuştu babası… ah babam ne güzledin….

Cemile hanım teyzenin sohbetlerine bayılırdık tam bir Osmanlı kadınıydı, özenle dikilmiş zarif kıyafetleri içinde ne güzel anılarını anlatır anlatırdı da hiç ayrılmak istemezdik yanından, sevincimizle sevinir hüznümüzle hüzünlenirdi, hey gidi günler… bir de Seval teyzemiz vardı. Sabahın köründe kaç kez gelmiş dış kapının ağzında anneme; “ bugün oğlanları okula gönderme olay çıkacak benim oğlanlar konuşurken duydum” der bizi uyarırdı, annem abimleri uyandırmaz okula göndermezdi, o günün akşamına gerçekten haber gelirdi; okulda çıkan arbede de şu kadar kişi gözaltına alındı, yaralandı... Çok öldürülen olmuştu o sene anne babaların korkuyla yaşadıkları yıllar…

Seval teyzem giyinmeyi süslenmeyi pek severdi, mini eteği, uzun bakımlı saçları, makyajı hiç eksik olmazdı, öyle güzeldi ki… annem tam bir Anadolu kadını saf, temiz, fedakar ah nasıl saf ve temizdi dostlukları… Fevzi bey amcanın ikinci evliliğiydi, benim oğlanlar dediği Fevzi bey amcanın çocuklarıydı :) kızları Gülcan abla evlenince Seval teyze ve Fevzi amca başka bir şehre yerleşmişler oğulları Ferdi ve Murat abi iki kardeş babaanneleriyle birlikte yaşamaya başlamışlardı. Annem hallerine üzülür oturma odasının penceresinden eve geldiklerini görünce ara ara sıcak yemek götürürdü… zorlukların içinde geçen 80’ler bile daha tatlıydı kendi aramızda… bizim aramızda ne sağ vardı ne sol… öyle ya filler tepişirken ezilmeye niyetleri yoktu hiçbirinin gerçi kendimizi karınca olarakta görmüyorduk ya neyse… birbirlerine kol kanat gererek hayata tutunmuşlardı… istemsizce gülümsedi ne güzel insanlardı, hey gidi günler ne güzeldi her şey… babası öldüğünde en değerli varlığı kaybetmenin acısını, ölümün soğuk yüzünü tatmıştı o gün, öyle gerçek öyle riyasız bir insandı ki, ah babam varlığı çınar… gözyaşlarına hakim olamıyordu. O hayattayken daha masum daha dingindi her şey, giderken masumiyetini de alıp gitmişti sanki… o gün bugündür varoluş savaşı bitmemişti, içinde debelenip duruyordu işte… sen varken bizde güzeldik, vardık, birlikte ağlar birlikte gülerdik, insandık… Ağladı, ağladı, ağladı… rahatlamıştı, huzur… yemyeşil ağaçların serinliğini, dinginliğini bu sefer tüm hücrelerinde hissediyordu, sorularının cevabını almıştı aslında, ötelerden babasının ruhu dokunmuştu, Cemil bey amca ve babasının katıksız, saf, ari dostluğu, Cemile hanım teyzenin:) Nebile teyze, Seval teyzenin güzel yürekleri, samimiyetleri ve yoldan geçen kahkahaları ile içini ısıtan masumiyet karinesi iki küçük kız… asla dönüş bu muydu?


Kararını vermişti hızla ayağa kalktı şimdi dimdik yeniden başlayacaktı her şeye, kimseye minnet etmeden, varoluş hazda değildi bazen o hazlara dur diyebilmekti asıl özgürlük, yaşama hakkı verilmiş her bir canlının hakkına tecavüz etmeden, her görüşe her duruşa saygı duymaktı varoluş… kendi haklarına tecavüz edilmesine müsaade etmeden ruhunun özgürlüğünü alacaktı, kendisini hapseden tüm hazlardan sıyrıldı, maskelerini attı bir bir… göründüğü gibi olacaktı kimseyi umursamadan, incinmeden incitmeden yaşamayı seçmişti… bugüne kadar verilmiş tüm güzelliklere teşekkür edip evine dönüyordu, bu sefer dingin ve huzurlu… kulağında Für Elise çalıyor, kalbinde yeniden dirilişin hazzı…