Çok da bir farkı yok buranın diye iç geçirdim. Camdan dışarı bakınca anladım bunu. Gökyüzü iyice kabarmış, iyice dolmuş, panikle uçuşuyor kar taneleri, aralarında yağmur. Siyah kabanını silkeliyor bir adam, hava yüzünden arabaların yavaşlamasını fırsat biliyor bir köpek. Tüyleri yapışmış, acelesiz bir tavırla karşıdan karşıya geçiyor.

 Erdem'i bekliyorum bir buçuk saattir. Çamaşır makinem bozuk on beş günden beri. Erdem ben yaparım demişti. Geçen hafta tanıştım onunla küçük bir meydanın arkasına saklanmış, bacaklara ve ayaklara inat yaratılmış, olduğunca dik yokuşlu bir sokağın köşesinde bir çay ocağında. Adına bakmamıştım önce çay ocağının, "birinin yeri" olmalıydı. Adnan'ın yeriymiş adı. Ben koydum adını. "Adnan iki çay yollasana" sesinden esinlendim. Sahibi mi bilmiyorum ama artık adı belli. Çayı yarıladım.

Soluk , yeşil kabanının içinde neredeyse kaybolacak, zapzayıf genç bir adam ayağının karlarını düşürmek için dört kere kaldırıma vurdu birkaç adım ilerimde. Elinde katlanıp cebe atılıp sonra çıkarılmış , ucundan ,köşesinden birkaç damla ıslanmış, evde bulunsa bir gün kesin işe yarar denilebilecek birkaç buruşuk kağıt var. Okuma yazmayı yeni öğrenmiş çocuklar gibi mırıl mırıl sesi geliyor. Bir süre sonra kağıtlardan biri, Erdem ayağa kalkarken düşüveriyor. Uyarıyorum teşekkür edip bir çay ısmarlıyor bana. Babasının hastane kağıtları olduğunu söylüyor. Okuduklarını anlamamış, okudum ben de anlamadım. Ben de bu yolun sonunda tek başına küçük bir evde yaşayan Şermin'e geldim. Bir hurcun içinde ıvır zıvır ne istiyorsa getirdim. Şermin eski karım benim. Hala severim dedim Erdem'e ,o da benim biraz önce söylediğimi söyledi. Ben anlamam dedi. Bu sohbetin sonunda öğreniyorum ne iş yaptığını, her işi yapıyormuş. Bu iş de gelirmiş elinden. 


Sobaya tutuyorum elimi , kalınca giyindim. Üşümüyorum , çocukluk alışkanlığı. Hazır kar da yağıyorken fırsatı değerlendirdim. Annemin yüzü geliyor gözümün önüne, hemen gidiyor. Dışarıdan soğanlı patatesli bir yemek kokusu geliyor burnuma, hemen gidiyor. Şermin aklıma gelmiyor. İşlerim var Erdem'i bekliyorum. Kapı çaldı, Erdem geldi şimdi. Soluk soluğa kalmış. Nefesinden yorulmuşluk hırıltıları duyuyorum. 

Hoş geldin beş gittin. İçeriye odaya buyur ediyorum Erdem'i. 

"Bir soluklan ya, nasıl gelebildin, sıkıntı var mıydı yolda izde?

"Buraların durumunu biliyorsun, kar görmeye görsün her yerinde bir problem." 

Anladım imasıyla bakıyorum yüzüne.

-Neyse oyalanmayalım , makine nerede bir bakalım.

-Ya yeni geldin bir bekle, ocakta çay kaynıyor,sabahtan demledim, getireyim birer bardak içelim, diyorum.

İfadesinden mahcupluk akıyor,

-Eh tamam o zaman.

İçimiz rahat etsin diye devam ediyorum konuşmaya:

- İki sohbet edelim be zaten yoruldun gelene kadar.

İnce nasırlı parmaklarını çıtlatıyor. Sağ ayağının baş parmak kısmıyla sol ayağının baş parmak kısmını kapatmaya çalışıyor. Çorabındaki deliği göstermemek için çabaladığını anlıyorum. Hiç oralı olmuyorum. Ev eski. Adım attıkça tahtalar gıcırdıyor. Odayı aşıp mutfağa gidiyorum. Yirmi küsür yıllık çay bardaklarını tezgaha koyuyorum. İki bardak çıkarmayalı çok oldu. Şermin geliyor aklıma, hemen gidiyor. Çayın sıcaklığıyla çatlayacağını hisseder oluyorum bardakların.Ardından şekeri de bardakların yanına koyarak tepsiyle odaya yol alıyorum çaylarla. 

Odaya girdiğimde Erdem'i biraz önce onu beklerken dışarıyı seyrettiğim yerde , pencerenin önünde ayakta görüyorum. 

-Farkı yok buranın da birçok yer gibi, diyorum.

Başını çevirmeden cevap veriyor alnına düşen saçlarını parmaklarıyla yana iterken.

-Nereden farklı olmasını bekliyorsun ki?

İç geçirip cevap veriyorum.

-Bilmem, en azından eski oturduğum evden olabilir. Önceden böyle görmezdim eminim. Pencereden baktığımda aynı şeyleri görüyorum. Şehrin kaosu, insanların koşuşturması , dükkanların kepenkleri, kapıları, yağan kar, arabaların korna sesleri. Her şey aynı, her şey.

Erdem yüzünü dönüyor yavaşça. Dudaklarının kenarlarındaki gerilimin gülümseme olup olmadığını sezene kadar cevap veriyor ve güldüğünü anlıyorum

- Kar hep aynı yağıyor, belki ondandır. Kış, insanı insana, şehri başka bir şehre benzetir. Başka mevsimde başka görürsün belki.

Annem geliyor gözümün önüne ,hemen gitmiyor. Şermin geliyor gözümün önüne, biraz kalıyor orada.

-- Belki de, diyorum gülümseyerek.

Çaylarımız soğumaya yaklaşmadan içiyoruz. Misafir rahatlığında değil, bir işçi acelesiyle yudumluyor çayını. 

-Hadi, diyor makineye bir bakalım.

Başımla onaylıyorum, banyoya doğru yürüyoruz. Rutubetten şişip dökülen duvarları fark ediyorum. Bir köşede öylesine duruyormuş gibi duruyor makine. Babam geliyor gözümün önüne, hemen gidiyor. 

Pense, tornavida ne var ne yok yanında getirdiğini görüyorum Erdemin. Eğilip bir sağına bir soluna, bir arkasına bir önüne bakınıyor. Elindeki aletleri sokuşturuyor. Dikkatini dağıtmamak için konuşmamaya özen gösteriyorum. 

-Hepsi aynı yerden bozuluyor bunların, hepsi aynı. 

Kıştandır diyorum içimden. Dakikalar geçiyor, aynada kendimi görüyorum. Birden annem geliyor gözümün önüne, hemen gidiyor. Erdem uğraşıyor, ben yapamayacağına inanıyorum iyice. Daha iyi bir duruş açısı ararken telefonu çalıyor Erdem'in. Açıyor telefonu. Üç beş saniye sessiz kalıyor kapatıyor telefonu. 

Ne olduğunu sormaya kalmadan ,

-Babam, diyor -ölmüş-

Ne yapacağımı bilemiyorum. Elim ayağım , üstüm başım, ayna, makine, fayanslar, soba, pencere çay bardakları her şey birbirine giriyor aklımda. Erdem sadece - Ben gideyim- 

diyor. -Tamam- diyebiliyorum banyodan çıkarken. Erdem, yırtık çorabı, yeşil montu ve ifadesizliğiyle çıkıyor kapıdan. Evin birden boşaldığını hissediyorum. Erdem birçok şeyi alıp gidiyor. Şermin geliyor o an gözümün önüne ,hemen gidiyor. Sobanın başına geliyorum fırsat bulmuşken bütün iradesizliğimle. Ağlamam gerekiyor ama ben sadece ağlamaklı oluyorum. Erdemin ayaklarının olduğu yere bakıyorum mahcubiyet görüyorum. Yavaşça yürüyüp pencereden dışarı bakıyorum. Önce annem geliyor gözümün önüne, sonra babam, sonra Şermin, hepsi gidiyor. Yağan kara gözüm ilişiyor hiçbir farkı yok buranın da diyorum. Arabalar dükkanlar, sarı kirli köpek. Kıştandır diyorum, her şey aynı. Bir adam görüyorum köşede kaldırımın kenarına öylece oturuyor. Ellerini dizlerine koymuş başını bacaklarının arasına doğru sarkıtmış. Usulca yağıyor üstüne kar. Baş hareketinden hıçkırarak ağladığını düşünüyorum. Yeşil parkasından tanıyorum Erdem'i. Kalkıp gidecek oluyorum. Gidemiyorum. Şermin geliyor gözümün önüne, annem, babam herkes geçip gidiyor. Dönüp çay bardaklarına bakıyorum. Erdem geliyor bu kez ,Erdem gitmiyor gözümün önünden. Hazır bulmuşken sobaya tutuyorum yine ellerimi. Her şey aynı.