-bize satırlara yazdırtan ne varsa

bizi yazmaktadır aynı zamanda

yaratmaktadır ve belki biraz da öldürmektedir.


bir tarafta durulması gerektiğine inanmadım asla

bu, savaşta da böyle aşkta da

her ikisinde de biri birini vurmak zorunda 

ama gelgelelim sevmek zorunda değil

işin kolayı da bu ya

kalbin bile sol yanında


silahlar çok yorgun olur

ve insan bazen silah bazen poligondur

insan insanı iki şekilde vurur

bazen sözü ve bazen gözü ile yapar bunu

mesela siz hemşire hanım,

beni siz vurmuş olsaydınız,

iyileştirebilir miydiniz aynı zamanda?

tamam kabul

acıyla sevgi doğru orantılı olabilir

ama

bana acı veren şey,

beni nasıl bağlayabilir hayata?


hemşire hanım

ne zaman Shakespeare dizesi görsem

seni basarım yarama.

çünkü bilirsin o, kağıt kesiğini işler damarıma.

acısa da canım, tuzlarım hesabı değil.

birisinin açtığı yarayı birisi sarabilir

ve birisinin sardığı yarayı

birisi aralayabilir.

her iki elde acı var olsa da

her ikisi de yaşamdan yana.

çünkü bir taraf varsa,

içimizdedir yalnızca.

yaşamın özü neredeyse onunla yatmıştır.

ve uyumuş ve uyanmış ve belki de çoktan ölmüştür.

onlar ise bertaraf olacaklar başka bir yanda dururlarsa.


karıncanın dünyası açtığı tünellerdir toprakta

çünkü bilirsin uçsuz bucaksız tarlası yoktur,

onun tek düşündüğü toprağıdır.

bitmesin diye yolu eşeler durur.

şimdi gerçekçi olalım biraz da

hiçbir yerde yoktur uçsuz bucaksız tarla.

hayatımda ne varsa bulduğum,

eşeleyip durduğum,

duruyor önümdeki masada.

-bu dediğim hayal de olabilir

-hayal mi? gerçek mi? Enes batır artık şu iğneyi balon kafama.


mesela benim aklıma

bülbül öter, sen gelirsin

bülbül ölür, sen gelirsin 

"dünyanın kaygısından sıyrılmayı istersen eğer" dersin 

"omzum burada, dayarsın kafanı giyotin masası omuzlarıma.

sonra sadece ölmeyi kabul etmek kalır.

çünkü bu;

telaştan uzaklaşmanın yanı sıra,

hayatının başında yaptığın,

ve kendi hayatının boynuna çiviyle astığın protestolarla 

ölüme karşı çıkmanın başlangıcıdır."

hemşire hanım!

ölmeyi istemedim tamam ama

ölümsüzlüğü de aramadım nasıl olsa!

-bunları sen mi söyledin yoksa ben mi yapıyorum kafamda yanılsama?



omzunu boşverelim şimdi hemşire hanım

bu dünyadan şarkılarla gitmek isterdim

belki sırtlanarak senin omuzlarında.

hayır kastetmiyorum şarkı yazmayı

veya bandoyla arkamdan sövülürcesine uğurlanmayı.

bildiğim bütün şarkıları,

ezberimde kalanları ve hatıralı olanları

bildiğin ceplerime doldurarak.

belki bir ziyafet gibi sunarım Tanrıʼya

bak derim,

belki bir işe yaramadım ama sana güzel şarkılar getirdim.

gerçi kulaklarımda var ses olayı 

ama bu karşılayamıyor ses tellerimdeki notaları

zaten sesim kulaklarıma kalsa fazla güzelmiş

hatta dünyanın en büyük beş tenor sesinden biriymiş.

-daha neler-


hemşire hanım

öten bülbül değilmiş

bana şarkı söyleten sen değilmişsin

kulaklarımmış.

ben onları başa sardıkça

onlar da beni sarsın isterdim.

onları yanıma almak isterdim.

işte onlar beni bu dünyadan alıp götürdükçe

ben de onları götürmek istedim.


-bunca tarafı varken dünyanın

bir de öbür tarafını iliştirdi ya Tanrı kafamıza.


göremediklerinizi size keşfettirmeyi isterdim hemşire hanım

ayın kalbime yaydığı frekansları,

denizin suratıma tükürdüğü o tuzlu tadı,

ışık hüzmeleriyle küçülen göz bebeğimin 

pencereleri araladığını.

size kendimi göstermeyi isterdim.

kurt adamım yahut güneşli günlerde dahi topraktan çıkamayan karıncayım.

ama en çok sen olmayı isterdim hemşire hanım.

kendimi iyileştirememişken bir başkasına aşı olmayı,

ve hatta olabildiğince Davy Jones'a sevgi aşılamayı.

yakıştırırım kendime hep bir karıncayı.

ezilmemden değil insanların ayakları altında 

hayır, 

beslendiğimden de değil sevgi kırıntılarıyla

bahçemde hiç begonya bulunmadığından

ve belki de hiç bahçem olmadığından.

olsaydı bir bahçem,

çiçeklerim de seçer miydi tarafını?

yüreğimde mi yeşerecekler yoksa

ayaklarımın altında mı?