Her gün hesap vermeden bir adım atar. Yirmi adım görevidir. Kalkar ve saçlarını yıkar. Kahvaltı etmez, gece sıktığı portakal suyunu ambalajı yırtık şişesine doldurur. Çantasını alıp evinden çıkar. Beş adım atar. Bu, günün onuncu adımıdır. Evin beş adım ilerisinde manavı vardır, yan komşusu anahtarcıdır. Karşısında berber bulunur. Komşusunun karşısındaki dükkan boştur ve bu yüzden anahtarcı bir boy aynası almıştır.

Manavın kilitli kapısını açıp içeri geçer. Önce etrafına göz gezdirir ve mallarını kontrol eder. Her şey yerindedir. Kavunlarına örttüğü örtüyü alır. Manavcı sadece kavunlarını sevmektedir. Gece soğuğunu yesinler istemez. Diğer meyve ve sebzeler ise alışkındır soğuğa, her gece başlarının çaresine bakmanın bir yolunu bulurlar. Üç adımdır kapıdan kavuna mesafe. İki adım daha atar ve görevini tamamlar. Masasına gelmiştir. İlk işi örtüyü güzelce katlayıp kasasına koymaktır. Şifre: 123. Deri koltuğuna oturur, yere çantasını bırakır, çantanın içinden portakal suyunu çıkarır ve içmeye başlar. İlk yudumuyla yüzü ekşir, "Akşam sıkmamalıyım." diye yeniden tembihte bulunur kendine. Akşam unutacaktır, çok sıkılacaktır, yapacak iş bulamaz. Yine de bitirir meyve suyunu. İşine başlar. İşi şudur: masadaki defterlere bak, dünün kayıtlarını incele, bugün için yeni sayfa aç, tarih at, portakal suyunu beğenmediysen "Selam." yaz. Beğenirse hiçbir şey yazmayabilir. Sonra yeni kayıtları oluşturabilir. Kayıtlar, sayım ve çizimleri içerir. Kavun sayısı, tahmini elma, domates, soğan, vişne, sarımsak, havuç sayısı… Çizimler o günkü ruh halini yansıtır. Dün endişeliydi, domates ve vişne mor renginde çizildi. Havuç, elma renklerini karıştırdı. Yeşil bir havuçla turuncu bir elma üretti. Soğan ve sarımsaktaysa yorgundu, mesai bitmek üzereydi, boyamayı erteledi, onları taslak halinde bıraktı. Yarına iş bırakmak çok sık yaptığı bir şey olmasa da katı değildi bu konuda. ‘‘Dünya benim.’’ diyordu, anahtarcı da destekliyordu onu ‘‘Patron sensin.’’ Anahtarcı iyi bir adamdı, iş dışında... Yemeğini ve anahtarlarını paylaşan samimi dostluğuna karşılık, söz konusu çalışmak olduğunda sözüne ehemmiyet vermemek gerekirdi. Çünkü tembeldi. Müşterileri anahtarların paslarından bıkmıştı, yüzyıllık anahtarlardı nihayetinde, baba yadigârı. Yeni olanlar daha kötüydü, arka odada kendisi üretiyordu onları. Ne hafızası iyiydi ne de kayıt tutardı. Aynı anahtarları farklı kişilere sattığını sadece manavcı biliyordu. Üstelik gözü de iyi görmüyordu artık. Birkaç imalat hatası başını hayli ağrıtmıştı. Kızgın müşterilerini tepkisiz komşusuna götürmüş, onlara elma ve soğan ısmarlamıştı. ‘‘Sen de olmasan...’’ derdi böyle vakitler. Manavcı bıyık altından sinirlenirdi ama hoşuna da giderdi. ‘‘Komşu komşunun külüne muhtaçtır. Yine de artık daha dikkatli ol.’’ Komşusu hınzır çocuklar gibi kıkırdar, dükkanına dönerdi. Yarın veya haftaya yeniden kapının çalınacağından emindi manav, kabullenmişti.’’ İnsan önce kendisini, sonra komşusunu seçemez.’’ derdi babası; katıldığı tek cümlesi buydu.

Bugün umarsız, masadaki defterleri es geçer. Şımarmaya hakkı vardır, komşusu değildir neticede. Yeni bir sayfa açar, boş boş bakar beyaz kağıda. Hiçbir şeyi hak etmediğini düşünür. Bir önceki sayfaya döner. Soğan ile sarımsağın taslağını inceler. Silgiye ihtiyacı olduğunu düşünse de silgisinin olmadığını hatırlayıp sayfayı yeniden çevirir. Yeşil havuç ilgisini çeker ancak hevesi çabucak söner, yine çevirir. Bir sayfada endişeli domates, diğerinde endişeli vişneler… Manavcı koca bir of çeker. Mesaiye yeni başlamışken üstelik. Gün daha çokken sabahın köründe. Bu bilgiyle kaygılansa da domateslerin endişesi kaygısını yumuşatıp giderek azaltır. Dingin bir halde sonraki sayfaya geçer. Boştur bu sayfa.

Anahtarcı çok çene çalar ve kendiyle atışmayı sever. Anahtarcının hesaplı adımları, hesapsız hareketleri vardır. Anahtarcı görev bilinciyle yaşamaz. Gülmeye ve hınzırlık yapmaya gelmiştir bu dünyaya. Tek dostu manavcıdır. Çünkü çenesini kimse kaldıramaz, davranışları küçük düşürücüdür, kimse onunla arkadaş olmak istemez. Manavcı ise umarsız bir kadındır. Kendi halindeki anahtarcıya ses etmez. Anahtarcı bunu bilir ve kadınla tartışmaya girmez, sohbetlerini kısa tutar; onun ne yaşadığını, neyi sevdiğini, neden nefret dolu baktığını, endişeden kasılmış ellerinin sebebini bilmez. Evini ve yemeğini paylaşmıştır, cömerttir anahtarcı. Tek bildiği budur "Ben cömerttim, o cimri.’’ Günler resmi komşuculuk sınırlarında geçer ancak varlığını bildirmek zorundadır. Ara ara dükkanına gidip kendini gösterir, birkaç baş sarımsak satın alır veya berbere uğrayıp tıraş olur. Bu sayede hem kendini hem onu gözetir. Yerinde mi, iyi mi diye yoklar, tansiyonu yükselmeden önlemini alır, sakalını tıraş ettirir, gençleşir, onun dikkatini üzerine çeker. Anahtarcı emindir ki bu dostluk yalnızca kendi varlığına bağlıdır. İlgisiz bırakırsa yalnız kalacağını, manavcının umurunda bile olmayacağını bilir. Aynayı bu yüzden almıştır. Karşısındaki boş dükkanı gören noktaya hizaladığı ayna, absürt hareketler yapıp eğlenebildiği veya gevezelik edebildiği bir oyuncakken zamanla heyecanını yitiren boş bir nesneye dönüşmüştür. Yansımasına bakar ve tepki veremez. Kalkıp yan dükkana girmeyi şiddetle arzular. Artık kendi varlığı, bu dostluğa bağlıdır.

Her gün sırıtarak neşe içinde uyanır. Uzun bir duş alır ve yavaş yavaş kahvaltısını eder. Ne giyeceğine karar vermesi güçtür, epey oyalanarak hazırlanır. Bu sırada kendiyle atışmayı ihmal etmez. "Bu pezevenk gömleği sana yakışmıyor. Yakışana yakışıyor ama.’’ Evin içinde en az otuz adım atar, aynasına çok sık gider, ne kahvaltılıkları ne de çıkardığı kıyafetleri yerine koyar. Anahtarcı kendisine temizdir, evine özensiz. İşyeri evinin iki sokak arkasındadır. Ağırca ilerler. Patron yok der nasılsa. Dükkanı öğleye doğru ancak açar. Ve yarım saat durup yemek molasına girer. Önce berbere uğrayıp tıraş olur. Sonra iki sokak ötedeki evine dönüp karnını doyurur. Saçlarını tarayıp evden çıkar. Bu sefer telaşlıdır. İstikameti anahtar dükkanı değildir. İki adımda bir tökezler, durup bozulan saç tutamlarını yoklar, düzeltmeye uğraşır, emin olamaz, cebinde taşıdığı aynasını çıkarıp son dokunuşlarını yapar, yol uzadıkça uzar. Manav dükkanı uzaktan görünür hale gelince yatışır, sakince ilerler. Kapı açıktır, her şey yerindedir, kavun çıplaktır. Dükkan sahibi yerinde yoktur. Etrafını kolaçan ettikten sonra kapıyı kapatır ve deri sandalyeye oturur keyifle. Bir süre kavunu, elmaları, sarımsakları izler. "Bu iş tam bana uygun." diye düşünür. Kalkıp biraz volta atar, birkaç vişne aşırır ve yeniden koltuğuna döner. Çekmeceleri inceler, açık kasayı görür. İçi boştur bunu garipsemez. Masadaki açık bırakılmış defteri eline alır bu sefer. Boş sayfadadır, çevirir. Turuncu elma onu güldürür. Sonraki sayfada kızgın domatesler, neşeli vişneler vardır. Vişnelerin bu kadar neşeli olmaması gerektiğini söylediğini anımsar. Dinlenmiyor oluşuna içlenir. Sayfayı çevirir. Sarımsak figürüyle karşılaşır. "Bu görüntü ne tanıdık." der ve rahatsız edici... Tansiyonu yükselir, ceplerini yoklar. Akşamdan kalma portakal kabuğu eline gelir. Sinirle ayağa kalkar, defteri yere düşürür. Hızla sarımsaklara yönelir. Bir diş koparıp soymaya çalışır ancak tırnaklarını kestiğini fark eder. Bir türlü soymayı beceremez. Kabuklarıyla ağzına atar. Sindirimin yavaş olacağı düşüncesiyle endişeye kapılır ve iki tane sarımsağı daha aynı anda yutmaya çalışır. Bu sırada kapı açılır, manavcı girer. Suçüstü yakalanır. Şaşırmış kekeleyen, sarımsak kokulu ağzından köpükler saçarak yalvaran, zırvalayan anahtarcıyı dinlemez ve ensesinden tuttuğu gibi kapı dışarı eder. Dükkanı kilitler, cebinden örtüsünü çıkarıp şefkatle kavununa ilerler. "Bu gece zor olacaktır." Örtüyü domateslerin üzerine serer ve dikkatle kavunu alır, örtünün üzerine yerleştirir. Köşelerini birleştirip sıkıca kavrayarak kaldırır kavunu. Arkasını dönüp kapıya ilerler. Anahtarı deliğinden çıkartır. Hesap vermeden bir adım atar.