Bölüm I: Yeni Bir Varoluş


Güne umutlu başlamak için çok güzel bir neden.

Yolculuk saati gelmişti, peronda bekliyordu.

Madrabazlar dravdan papazlardı ahraslarla heybeden.

Bunlar bile umudunu yitirmesine mani olmazdı, biliyordu.

Çünkü o, kantarda tartıldığında elli kilo mutluluk, otuz kilo umut tartılmak istiyordu.

Siren çaldı, kendi çıkmaz sokağından kurtulması için son çağrıydı bu.

Kompartımana geçti, bir sırt çantası vardı sadece.

Ön koltuğa oturdu beğenmedi, en arkaya geçti peyderpey.

Tren hareket etti, geride bıraktığı darmadağın yaşamına el sallıyordu camdan kimsesizce.

Raylardan çıkan ritmik sesler, başını cama yaslamasıyla uyum yakalamıştı.

Göz kapakları yavaşça kapanıyordu umuduna yaklaştığını bilerek.

Uyumak istemiyordu, şahit olduklarını görmek istiyordu belki.

İnsanların, ağaçların, dışarıda uçuşan sineklerin ve rüzgârların.


Bölüm II: Her Şeyin Yeniden Başlayacağı Durak


Hiç uyumamıştı, şahit olmuştu adını saydığı her şey onun heyecanına.

Gün sabaha varmak üzereydi, biraz naz yapıyor gibiydi ama.

Güneş çıkmak istemiyordu sanki bu sefer en tepeye.

Ve ay hiç aşağı inmek istemiyordu.

Ama nafile, ne kadar istemeseler de ay aşağı indi, güneş en tepeye çıktı.

Akil bir insan gibi davranıyorlardı.

Onlar, birine duydukları hasetten dolayı, çoğu kişiye zarar verenlerdi.

Hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına da devam ediyorlardı.

Bu saatten sonra hiçbir şey yıldırmazdı onu.

Ne akil insanlar ne de akil güneş ve ay.

Kompartımanda yüksek bir ses işitti.

Bu ses, gemide seyahat ederken yunusların da bize eşlik etmesi gibiydi.

Adamın sesinin ardından, kapı sesi ardından insanların ayak sesleri eşlik etti.

"Gdansk şehrindeyiz. Burası son istikamettir. Lütfen herkes insin."

Yerdeki sırt çantasını aldı. Trenden dışarı ilk adımını attı.

Artık yeni bir şehir, yeni bir ülkedeydi.


Bölüm III: Gdansk da Neymiş Be! Beyoğlu'nun Gözünü Seveyim.


Buraya geliş nedeni biraz farklıydı.

Yaptığı hataların pişmanlığıyla gelmişti buraya.

Tanıdığı sadece bir kişi vardı tanımadığı bu şehirde.

Hani ruhlar arınırlar ya, kötü olan şeylerden.

Tertemiz olduğuna inanılır sonra, sonra o kötü şeyler gelip geri bulur o ruhları.

Sindirecekti bütün kötülüklerini içinde.

Sindiremese bile, saklayacaktı içinde bir yerde.

Saklamalıydı çünkü, bu şehirde tanıdığı tek kişinin yanına gitmek için yola koyulmuştu.

Gdansk'ın caddelerinde yürüyordu, dar sokakları Beyoğlu sokaklarına benziyordu.

"Beyoğlu'nun gözünü seveyim!

Oradaki insanların, içtenliğin, samimiyetin gözünü seviyim!

Burada o sıcaklığa dair en ufak bir belirti yok.

Onun yerine, yardımsever olmayan, birbirlerinin yüzüne bile bakmayan insanlar var!"

Tek bir ortak noktası vardı bu sokakların ama.

Her ikisinde de geçmişten günümüze biriken onca duygu vardı.

Şimdiden sıkılmıştı bu boğucu şehirden.

İstediği hiçbir şey olmayacakmış gibi geliyordu.

Bir hissiyata kapılmıştı

Ve kapıldığı hissiyatlar genellikle gerçeği yansıtırdı.


Bölüm IV: Hayat, İntikamlar İçinden İntikam Beğenmişti.


Yürümekten bitap düşmüş ayakları, sanki olacakları biliyor gibi gidiyordu.

Olacaklar ayak seslerini işitmişti bile en öteden.

Şahsına münhasır, müstakil bir evin önünde heyecandan dört dönüyordu.

Ama gördüğü bir şey vardı pencereden.

Gördüğü şey, uzun saçları ve önünü kapatan kâkülüyle bir kadındı.

Korktuğu başına gelmişti haybeden.

Vicdansızlığına yenik düşüp ölüme terk ettiği eşine çok benzeyen bu kadın, tetiklemişti içindeki kötülükleri.

Eşine benzeyen bu kadını bir daha görmemek için dört döndüğü evin önünden çok uzaklara gitti.

Bir banka oturdu, soğuktan üşüyen ellerini ovuşturdu.

Biraz karnı acıkmıştı.

Aldırmadı, o kadın aklından çıkmıyordu.

Açlığını yaşadığı değişik duygular bastırmıştı.

Bir yandan hüzün hissediyordu, bir yandan öfke bir yandan özlem.

Daha çok pişmanlık hissediyordu.

Gece olmuştu, oturduğu banktan hiç kalkmamıştı.

İnsanlar geçiyordu bankın önünden.

Hepsini tek tek izliyordu.

Boş gözlerle izliyordu.

Kimi arkadaşlarıyla, kimi aşkıyla geçiyordu buradan.

Gece burası güzel gibiydi.

Ama hiçbir zaman bir Beyoğlu olamazdı.

Çok pişman olmuştu.

Buraya geldiği için değil, eşini ölüme terk ettiği için.

Karnı iyice acıkmıştı.

Meteliğe kurşun atıyordu.

İki gün geçmişti aradan, üç, dört gün ve fazlası.

Oturduğu o bank, yuvası olmuştu adeta.

Karnını doyurmak için bazen çöp karıştırıyordu.

Bazen marketten bir şeyler çalıyordu.

Yaşamak şu sıralar çok zor geliyordu.

İlerisi de öngörülebiliyordu.

Öngördüğü daha fazla şey vardı aslında.

Mesela yaşamına son vermek gibi.

Bir gece terk edilmiş bir inşaata girdi.

Dışarıda bulduğu halatı tavana sabitledi.

Duvara bir yazı yazdı ve boynunu halata geçirdi.

Aldığı son nefesleriydi.

Bilinci açıkken aklından geçen tek şey, eşinin silüetiydi.

Defalarca özür diledi ve bilinci kapandı.

Gdansk hiç iyi gelmemişti ona.

Ve o hiç iyi gelmemişti hiç kimseye.

Hayatına son vermişti ama ebediyen pişman olacaktı.

Ondan geriye kalan tek şey duvardaki yazıydı.

Onu da hiç kimse umursamadı.



"Çok pişmanım. Canıma kıydığım için değil, canına kıydığım için."