Çoğu zaman içimdeki kuru gürültüyü susturmaya çalışıyorum. Genellikle beceremiyorum. Becerdiğim zamanlar da oluyor bazen ama o zaman da sessizliğe katlanamıyorum. İki ucu dertli değnek anlayacağınız… 

Ucu bucağı görünmeyen ve iki yakası bir araya gelmeyen patika yollardan geçiyorum. Asfalt görmedi bir türlü nasırlı ayaklarım. Kimi zaman olmayan duvarlara tosluyorum, kimi zaman fareli köylerde kaval çalıyorum. Üstelik peşimden gelen de yok. Zaten yolum da yol değil. Geçmeyen depresif hâllerimin düzleminde iki ters bir düz ağlıyorum. Gerçi eskisi kadar ağlamıyorum. Hislerim durma noktasında. Nedendir bilinmez. Bilinir de dillendirilmez. Somut kuruntular içinde soyut acılar peydahlıyorum her gece. Yeni yeni icatlar çıkarıyorum. Mucit miyim acaba? Yoksa artık mucizelere bile inanmayan bir it miyim? Kimim belli değil ama kimim kimsem var diyorum en azından. Gülemiyorum, ağlayamıyorum, hayallerim yok. Hiçbir yeterlilik alanına sahip değilim. Gözlerim görmüyor, göğüs kafesim desen kırık bir desen. Sulu boya hislerimin içinde pastel bir ölüme gebeyim. Ters tepti perspektiflerim. İçimde halis bir yorgunluk… Nefes almakta güçlük, vermekte cimrilik… Birilerine dert olan, birilerine muhtaç olan, hiçbir şeye cesareti olmayan, bisiklet tekeri tamir etmemiş çocuk yetersizliğimin ortasındayım hâlâ. O yüzden sürekli geçmişi özlüyorum. Sorumluluklar tıkadı oluklarımı. Daha pek bir sorumluluk da sırtlanmadım ama sırtımda yüklü miktarda can acısı var. Bu acı büktü belimi ikiye. Yaşamak anlamını yitiriyor iyice. İnsanlar yaşamayı seviyor. Bense yaşam alanlarıma gökdelenler dikiyorum ha bire. Oysa ben iki tuğlayı bile dizemem üst üste. Uzun yıllardır hissettiğim ölüm ensemde. Bir kalp krizi beklentisi var zihnimin içinde. Diyorum ki gelip çatsa kaşlarını, ben de düşük yapsam içimdeki çocuğu.


7 Eylül 2022