Ona kalsa ölüm bir an değil süreçti

Ve başladığına inanıyordu ölümünün


Uykusu marifetli hırsızlarca

Ve gölgesini vermezdi güneş

Sordum, adını ve ne olacağını defalarca

Bakmadı yüzüme,

Yürüdü bir şey bilirmiş gibi


Şehrin içi ekmek kokardı sabahları

İsten gözü dönen şoförlerin telaşından,

Sabah uykusunda geç kalmanın rehaveti

Ve cebindeki kağıt parayı buruştururken elleri

Sanki bir mevsim geçişi gibi teninde yalnızın

Durup seyredilmezdi.


Tanımıyordu çocukları akşama kadar

Yalnız düşüyordu merdivenlerden

Yoktu şikayet edecek tanrısı,

Koynuna girecek karısı,

Ve geçmemişken ömrünün yarısı

Anlamaz tutunmazdı denkleme

Kalır ve kırışırdı.


Anlasam ben,

Var gibi değildi mahalleliye sorsam

Kimse bilmez memleketini, hikayesini

Bir kere ağlarken görmüşler, yürürmüş

Çok kere gülüyormuş kendine, aptalca

Kıymeti yok, kıyameti bilmez

Sokak, hicaz ve ay karası

Bir poşette iki ekmek taşır geçermiş.


Anlardım anlatsa belki yüzünü

Korkardım benzemekten bakmazdım aynasına

Ama bir dursa ölüm ya da sürüklense belki

Zahiri omuzlarıdır, işareti, kendisi

Hani deşsem kanamaz gelirdi sanki bir yeri

Kuyusuna ve kuytusuna çekerdi


Bir fotoğraf gibiydi misafir dünyanın duvarında

Kimdi ve kimindi ev sahibi yoktu


Bir gün düştüm peşine, varmaya ateşine

Uzandı bir yerlere, saatlerce uyudu

Çarkı nasıl dönüyor, bunun burda işi ne?

Toparlayıp yüzünü ev yoluna koyuldu


Meğer gece uyumaz, pencerede kalırmış

Her sabah işe diye evini kandırırmış


Vakti yetişsin diye, her sabah elimize

Kirli bir kalem yazmış, duvarında dört dize:


"Yıldızların adı var yalnızlığın adı yok

Gözü zemine bakan kuşların kanadı yok

İsterse yarın gelir, isterse yıllar sonra

Bozuk yoldur yürünür, ölümün inadı yok"



Fotoğraf: Ecre Begüm Bayrak