Yine zihnimi amansızca bir ölüm fikri kaplamıştı. Sürekli ölümü düşünüyordum. Kimselere zarar vermeden kurtulmanın bir yolu yok muydu? Dünya belki de yaşamaya değer bir yerdi. Ama benim icin hiçbir anlam ifade etmiyordu. Ben sonsuzluğu görmek istiyordum. Çünkü dünya benim icin katlanılması mümkün olmayan, sadece acılardan oluşan bir yerdi. Ben bu yolda yürümekten tükendiğimi hissediyordum. Artık tamamen yalnız kalmam gerektiği kanısına çoktan varmıştım. Ne kadar tutunmak için bir çaba sarf etmiş olsam da birinci intihar girişiminden sonra, sürekli aklımın bir köşesinde ölümü düşlüyordum. Evet, yaşamak konusunda başarılı olamıyordum. En azından ölmeyi başarmam gerekliydi. Ama tam bir beceriksizdim. Herhangi bir yeteneğim yoktu. Belki de en büyük arzum ölmekti. Ölmeyi bile beceremeyen bir insan, yaşamayı nasıl başarabilirdi? Artık kendime sorduğum, cevabını bulamadığım sorularla boğuşmak da canımı yakıyordu. Hayatımın geri kalanını yaşamaya çalışarak geçirsem bile, artık ne yapacağıma dair bir fikre sahip değildim. Günlerimi, huzur bulduğum tek yer olan kayalıklar da veya kapımı kilitleyip gün boyunca odamda geçiriyordum. Artık kitap okumak bile acı veriyordu. Çünkü okurken odaklanamıyordum. Bu acıları sindirmek asla mümkün değildi. Sanki içimdeki acılar bir yanardağ gibi, günden güne büyük patlamaya hazırlık yapıyordu. Bedenim bu patlamadan sonra var olmayacaktı. Güzel bir hayat süreceğime dair hiçbir inancım yoktu. Sadece ölmem gerekliydi. İçimden geçen düşünceleri kimselere anlatamazdım. Anlatmaya kalkışsam bile, herkes delirdiğimi düşünecekti. Farklı düşüncelere sahip olduğumuz zaman, anlaşılmak daha da zorlaşıyordu. İnsanlar kendilerinin düşünmediği fikirleri hemen dışlıyorlardı.