Kırdığın ve kırıldığın on üç mum varmış gibi, hangisini yaksan üzerinden atamayacağın bir uğursuzlukla nefes almaya zincirlendiğin bir gece uykusu.
Şehrin içinde yaşarken duyduğun kaldırım sesleri, bir aracın yağmura karışan uğultusu ya da nedenini bilmediğin o ağlayan gıcırtı; sahi hiç öğrenebildin mi kaldığın evin neden ağladığını?
Parkta oynayan çocukları göremediğin o pazar günleri; mutsuz olduğunu düşünerek mutluluğu, en iyisi en kötüsünü kucaklamaktır diye diye ufalamışsın, iyi de yaptın ama ufalarken küçüldün. Küçülüp küçülüp gittin.
Bunalımlı mı yoksa keyifli mi olduğunu bilmediğin akşamüstleri, yaz çiçeklerinin kokusu dolmuyor artık balkonuna ama bir şeyler var. İçindeki yokluğu oyarak büyüten varlıkların olmuş, küçülen yokluğunu ve bedenini sarmalayan kocaman varlıklar.
Söyle kendine, söyle ona, söyle toprağa eğer tabii kaldıysa; bundan sonra ne olacak, nasıl bitecek bu ruh sancısı, kaçmış son gemilerin ardından koşan bacakların iskelede kalmış saplantısı?