Birkaç sayfa kalmışken sona, nasıl kokar gökyüzü? Ve de son paragraf olduğunu nasıl anlarsın kalan sayfalar görünmüyorken? Tenini belli belirsiz koklamadan öpen güneş birleşince ruhunla, cennet çok mu uzaktadır? Ve biz kontrolden yoksun olduğu ölçüde otoriter bedenlerimizle karanlığı kontrol edebilir miyiz? Mahkûm bir gardiyanken gökyüzüne hasret kalmak parmaklıkların suçu mudur gerçekten? Anlamadan nasıl da takdir ederiz güzelliği, muhakeme yeteneği egemen yapan ögeyse bizi? Kaybolmak için bulunmuş mu olmak gerekir öncesinde? Ve kaybolmuş eşya kutuları özler mi sahibi çıkan hırkaları? Güneşi ayıran nedir sarı tuvalet ampulünden kuytuda kaldığı ölçüde kutsalsa ışık? Ne zaman anlarsın cümlenin bittiğini hiç mürekkep kullanmamışsan eğer ve noktalar hiç var olmamışsa? Gitme zamanı gelmişse… 

 

Başlangıçlar zor mudur gerçekten yoksa satır başı mıdır atlayışı korkutucu kılan? Ve denizlerde mutlu ölmüşse bir balıkçı, susar mı gerçekten deniz kabukları? Garip değil midir parladıkça kararması gölgelerin? Âşık olunca kediler, ağıt yakar mı acımasız dalgalar? Ve tuzla buz olunca pencere camları, ne olur kırılmış çocuklara? Sevdalı doğmuşsan sarıya, ne hissedersin güneşin batışında? Göç edebilir misin beyaz leyleklerle, sıcak nasıl hissettirir hiç bilmezken?


Sen bensen ben sensem ve hala kokunu duyabiliyorsam göz yaşımda… Selam olsun kedilere, dalgalara, tahta banklara, denizcilere, gölgelere ve camlara. Işık göz kamaştırıyor.