Sahil boyu yürüyordu. Hırçındı deniz ve halsizdi gökyüzü. Zihninde yankılanan cümlenin ağırlığı vardı omuzlarında. Boğazında biriken cümlelerin acısıyla, birbirine kenetlenmişti sanki dudakları. Göz bebeklerindeydi denizin sonsuzluğu. Ayın ışığı vardı alnındaki derin çizgilerde. Aslında alnındaki her çizgi hayatın kendisiydi. Yüzündeki solgunluk, gidenlerin armağanıydı ona.


Bir yağmur tanesi düştü avuçlarına. İrkildi önce, sonra bir tebessüm yayıldı yüzünden yüreğine doğru. Yalnız değildi. Sema da onunla beraber ağlıyordu. Sonra o cümlenin zihnindeki yankısıyla dağıldı yüzündeki tebessüm. “Kendine iyi bak.” demişti sevdiği kadın giderken. Ama o biliyordu giderken “Kendine iyi bak.” diyenin, cümlenin sonunda “Ne halin varsa gör!” demek istediğini.


Damarlarından çekiliyordu artık hayat. Kalbinde hissettikleri bir hançerin keskin tarafıydı. Nefes aldıkça göğüs kafesinde eziliyordu sevdiği kadın. Burkulup acıyordu sol tarafı.


Yıllarını uğruna feda ettiği kadın giderken ona sadece gölgesini bıraktı. Bir de geceyle karışık gözyaşı... Şimdi derin bir boşluktu onun yokluğu. Varlığıysa sadece zihninde tozlanmış bir silüetten ibaretti. Beyninde soğuk bir cümlenin yankısı... Avucunun içindeyse o ellerin yıllanmış sıcaklığı vardı.


Yürüdü ıslak kaldırımlarda sahil boyu, martıların denize olan aşkına imrenerek. Onların sevgisinin sonsuzluğunu, çıkarsızlığını kıskandı. Kim bilir, belki de aşk her şeyi bir tarafa bırakıp sevgilinin semasında kanat çırpmaktı.


Direnemedi gözyaşlarına. Erkeksi gururuna kapılıp ağlamayı zayıflık saymadı. Yanağından süzülen yaşlar soluk renkli geçmişin iz düşümleriydi sanki. O yüzden gözyaşları hayat gibi sıcacıktı. Ağladı yarınlarını bile elinden alan geçmişine. Dudakları kıpırdadı, sessizliğin üstüne aktı yitik bir cümle: “Kendine iyi bak.”


Zihninde derin bir boşluk... Hüzne boyanmış bir şiirin sessizliği vardı dudaklarında. Avcunda hala o yağmur tanesi...


Kendine doğru yaklaşan ayak sesleri duydu. Çabucak sildi gözlerindeki yaşları. Kıyıya vuran dalgaların sesiyle karışan hıçkırıklarını boğdu. O an, sadece karanlığı yırtan dalgaların sesi duyuluyordu. Adımlar yaklaştı ve önünde durdu. Başını kaldırıp baktı. Avucunu açmış "Allah rızası için bir ekmek parası ağabey.” diyen küçük bir çocuktu önünde duran. Sesinde burukluk vardı. Yüzü kirliydi. Ama çocuğun gözlerinde derin bir huzur vardı.


Cebindeki tüm parayı verdi ona. Sandığı gibi olmadı. Değişmedi çocuğun çehresi. Yüzü hala kirliydi. Ama gözlerinde o yer etmiş huzur vardı. Kıskanarak baktı son kez çocuğun gözlerine. “Huzuru bir dilencinin gözlerinde görmek, içinde bulamamak ne garip!” diye düşündü. Sonra yavaş yavaş yanından uzaklaşan çocuğun ardından baktı. Gölgesi kararıyordu. Gecenin içinde bir ıslık gibi şeffaf... Kayboluyordu sessizce.


Kendini düşündü. O da bir dilenciydi. Huzur dilencisi… Yüreği bir dilencinin ceplerinden daha boştu. Avuç içleri daha soğuk... Yüzü daha karanlık ve geceye meyilli...


O, huzuru dilendi hep. Üzerine yapışan yalnızlık inatçıydı. En son bir kadının göz bebeklerinde saklı kaldı huzur mavisi. Bir veda diz çöktürdü ona. Sonraları ne denizde ne de teninden sıyrılan şiirlerde bulabildi o duyguyu.


Evine doğru yürüdü. Avuçlarında hala o yağmur tanesi vardı...