Bir cam bardağının düştükten sonra paramparça olması en acısıydı hayatta. Birleşmesi imkansız gibi görünen şeyler, ne kadar da yürek burkuyor. Hiçbir şeyim kalmayınca tutunacak birkaç dalım vardı içimde. İçimde diyorum ya, derinlerde, halini epeyce merak ediyorum kuşlarımın. İçtiğim sigaralar ciğerimi çürüteceğine, dallarımı kurutuyor bu aralar. En çok da bir türkünün eteğinde saklanıyorum. Küllüğüm ağzına kadar doldu şu sıralar. Bir yere acelece geç kalmışlık hissi veya unutmuş gibi bazı şeyleri…


İçtiğimiz sigara markasından tut da her şeyi mi farklı olurdu iki insanın? Şu yüzlüklerin kaçını devirsem yetişebilirim sana? Veyahut kaçını yok edebilirdim seviştiklerinin?

 

Bu aralar fazlasıyla yorgun bu kentin sokakları. Dalları eskimiş bir gövdenin tutunacak en son yaprağıydım sende. Ne zaman yaklaşsak bir temmuz sonuna, göç zamanı başlıyor ülkemde. Kim bilir ne zaman dönecek kırlangıçlar diye, cilt cilt kitap yutuyorum son zamanlarda. Tunay abinin martı teorisinde olduğu gibi; denize ait değildi hiç kimse ve arada bir çöplüklerde de aşık olabiliyordu kuşlar.

 

Bir çöl iklimini yaşıyor kanatlarım. Şizofren bir kimliğin, adsız tohumlarını serpiştiriyorum dağa taşa. En çok da bataklıkta büyüyorum şimdi. Bir tarlanın en uç noktasında yetişen bir gelincik gibi sana koşuyorum. Şafak vakitlerinde baskına uğruyor sevmelerim. Bir bataklık çiçeğinin denizi istemesi gibi düşlüyorum seni. Her dumandan sonra bir ukde takılıyor boğazıma.


Hangi yana dönsem kendim… Kalabalık bir şehirde sana yazılmış bir mektuptur bütün şiirlerim. Rakı şu saatlerde içilince daha da beyaz oluyor meret. Ayaklarım, bildim bileli çarpık yürüyor kaldırımlarda.

 

İçimde diyorum, derinlerde… Derinlerde bir yerde kuşlar eskisi gibi değil. Bir dalı kırılınca yüreğimin, tüm kuşlar göç ediyor sabaha karşı.

Uyuyup uyuyup ölüyorum.

Ölüp ölüp diriliyor…