İçimde bir çığlık var. Öyle derinden, öyle gerçek ki. 

Ben, o çığlığı daha net duyabilmek için sessizleşiyordum. Belki olur da, ona cevap verebilirim diye. Sonra bir anda ona eşlik ediyor, var gücümle bağırıyordum. Yalnız kalmasın diye. 


Hiç düşündünüz mü bir ışığın karanlığı aydınlatamayacağını? Olamaz değil mi, olmamalı da. Ancak, benim içimdeki karanlığı hiçbir ışık aydınlatamıyor. Bu benim suçum muydu? Yoksa herkesin sahte benliği içerisinde, gerçek olmayan düşlerle, gerçek düşleri yok etmesinden mi? 


Hazırcevap kişiliğimin bir anda kaybolduğunu hissediyordum. Cevapsız kalıyordum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ve bir gün, tüm umutsuzluğa rağmen kendime müzikleri dost edindim. Her bir notanın bana seslendiğini, her bir notanın bana kucak açtığını gördüm. O an bir şey fark ettim, notalar birleşip benimle ne zaman konuşsa, içimdeki çığlık sessizleşiyordu. Onu duyamıyordum. Hem de hiç. 


Neredeydi o ses, gırtlağı parçalanırcasına bağıran o karamsar ses neredeydi?

Onu artık duyamıyordum ve ışık olmadan her karanlığın aydınlandığını görüyordum onsuz...