Başköşesinde dururdu fotoğraflar ile ölümsüzleşen yemeklerin...

Bismillah ile oturulan sofraların bereketini kaçırmak ister gibi,

Kurulduğu tahtı her akşam sahiplenir,

Acılarımızı anlatırken karşılıklı

Yaralarımıza tuz basardı...

Sofrada hep üç kişi olurduk;

İçkim, ben ve sen...

Sen bilmedin ama,

İçtik ben ve sen...


Kadehlerimizin tokuşturma sesine eşlik etsin diye,

Seni seviyorumlar savrulurdu sonbahar gibi.

Mutlulukla kaldırılan her kadehin aksine,

Yavaş yavaş götürdüm hüznü dudaklarıma.

Ben, kırık bardakla içtim,

Kırık bardakla doyasıya içtim.

Benim bardağım tam kenarından kırıktı, kalbim de öyle....


İlk, sen kalktın rakı soframdan.

İlk sen gittin.

Uçurtmasını kaçıran çocuğun hıçkırığı kaldı içimde.

Tekilam ağladı sen giderken,

Beraber içtiğimiz aşk şarabı tozlu raflara kalktı,

Votkalar sade içildi sen gelmedikçe...

Cin çarpmışa döndü sofram.

Sen gittin diye şişeler devrildi teker teker.

Yine de içtik,

Sen ve ben.


Sonra bir ben kaldım geride.

Biraz yıpranmış, biraz delirmiş, biraz kırılmış, biraz ağlamış, biraz acınaklı, biraz aciz ve biraz ben...

Biram ve ben.

Ben kaldım geride...


Gidişinin ardından bir bardak su içmek gerekirdi,

Kalmadı...

Değil hayatıma, rakıma renk katacak bir damlam kalmadı.

Okyanusları sunmuştum sana ama olmadı...

Ben küreselleşirken ruhu sarışın bir tende kayboldun sen.

Okyanuslarımdaki gözyaşları buharlaştı.

Derbeder yüreğim, ucuz bir meyhane kapısında kaldı.

Kadehler dolusu küfürler savurdum sana,

Şehvetle öptüm rakı bardağımı,

Doldurduğumuz yara yerinden.


Hala ayık gezebiliyorsam sokaklarda, ayrılmışız gibi hissetmediğimdendir.

Ve bir kez daha senin kadehinden damlasın son bir leke,

İçkim ben ve sen.

İçtik sen ve ben.