İki dağ arasında,

İki farklı yolda giden iki adam. 

Birisi derdini toplamış uzaklara,

Diğeri sessizliğe karışmış topraklara göç ediyor. 

Uzun ve ince olan,

Kır saçlarıyla, kırlara yayılan bir kuzuyu andırıyor. 

Gözlerinde bir solgunluk,

Yüzünde bir umutsuzluk,

Yüreğinde ise büyük bir durgunluk taşıyor.

Kafasında eski bir şapka,

Pantolonu bacaklarından kısa. 

Gömleği yırtık, dizlerinde yara,

Bakıyor uzak diyarlara.

Yanında kısa ve tıknaz olan,

Gökyüzüne umutla bakan,

Dertlerini sevinciyle harmanlıyor.

Cebinde yoktur para, 

Sırtında bir büyük torba. 

Birkaç ekmek peynir parçasıyla,

Seviniyor elindeki rızkına.

Büyük adam küçük adama somurtuyor,

Küçük adam mutlulukla gülümsüyor.

"Dertlerden muzdarip olma,

Sürekli kaşlarını çatma." diyor küçük olan, 

Ama dertten başka bir şey yoktu uzunun elinde kalan.


İki farklı kaderin yolunda, 

Yaşıyordu iki farklı adam.

Uzunun derdi en büyük aşkıydı,

Ve korktuğu en büyük savaşıydı.

Kısa rahat yaşıyordu, 

Yüreğinde çektiği acı yoktu.

Hayatın güzelliklerini görüp, 

Bir de türküleri söyler, 

Keyfine göre her şeyi severdi.


İki farklı yaşantıların sonunda,

Neler gördü iki farklı adam? 

Uzun kalbine taş bastı,

Unutmak için ne gerekiyorsa yaptı. 

Kısa aylak aylak dolaşırken, 

Bir de etrafı izlerken,

Delicesine aşık oldu.

Peşinden ayrılamayacağı sevdaya savruldu. 

Uzun unuttu, kısayı sevda kuruttu.


İki farklı yolun sonunda, 

Karşılaştı yine iki adam.

Bu sefer hayat neyle karşıladı onları,

Neler verdi, neler uğurladı? 

Uzun artık mutlu,

Bir o kadar da huzurlu.

İçindeki gökkuşağı ruhu

Doldurdu tüm satırları. 

Sonra kısaya geldi sıra, 

Peki ne olmuş bu adama? 

Kısa yaşamına küsmüş, 

Dertlerini dağlarla bölüşmüş.

Bir de yakıyor bütün hatırları,

Resmini hatırladığı tüm insanları. 

Uzun ile kısanın işte budur yaşadıkları, 

Sakın unutmayın ki,

Belli olmaz kaderin bize yaşatacakları.