P.

Günlerdir yazmıyorsun, yazman için öncesinde mutlak benim mi yazmam gerek? Derdini anlat, olmadı sevincini. Hiç yoksa gününden, gördüğün sokaklardan, uçan kuştan bahset. Son mektubunda yazdıkların beni oldukça endişelendirdi. Aç mısın, açıkta mısın yoksa paran mı bitti? Sıkıntıdaysan eğer borç alırım, dert etme, yeter ki yaz. Bu kederin beni ve ruhunu mahvediyor, lütfen kendine dikkat et. Çabuk yazman dileğiyle.


M.

Birkaç gündür hastaydım, yazamadım, kusura bakma. Ne açım ne de açıktayım, para sıkıntım da yok. Sana defaatle anlattığım, yazdığım gibi beni hasta eden basit bir ikilem. Ne zaman dışarı çıksam, insana karışsam dayanamıyorum; bir bulantı kaplıyor tüm bedenimi. Aksine, ne zaman yalnız ve bir başıma kalsam aklımı kurcalayan ve sonrasında tartışmaya dönen buhranlar yaşıyorum. Hatta son zamanlarda kendi kafamı dinlemez görünmek için yüksek sesle konuşup ani seğirmelerle düşüncelerimi bastırmaya çalışıyorum. Gün geçtikçe insanlardan kopuyorum. Eskiden bazen bu duruma üzülürdüm, canımı sıkardı bu yabaniliğim ama şimdilerde bu üzüntü yerini hissizliğe bıraktı. Artık kabul ettim, bu benim gerçeğim, buna göre yaşamalıyım. Arada sırada hala hayal ediyorum, o ilkel ve basit hayalleri ben de kuruyorum. Yeni birini sevmeyi, bunu görev edinmeyi düşünüyorum. Eğer seversem ne insanlara ne de kendime mahkum olurum. Yeri geliyor bir hayvan olmayı, bir köle olmayı düşlüyorum. Öyle bir hayvan olsam ki... Tıpkı bir eşek gibi dur durak bilmeyen, yukarı aşağı gidip gelen, derdi yiyecek ve kalacak yer olan, köle gibi yaşayıp köle gibi düşünen biri olsam. Derdim bunlar, derdim kendim. Sevgiler.