on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk. 

on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı. 

zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize. 

pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık. 

ne söylesek ayıptı biraz söylemesi. 

dahası an, tıbben ölüydü. 

atık kamyonlarında mühürlü bir yürek 

şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce 

bir film setine emanet edilirdi belki, 

korkuturdu yine bizi. 

senin dünyanda vapur kalkınca 

balıklar çamaşır yıkardı 

içindeki hileli sayaçların aritmetiği 

sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü 

tırabzanlardan aşağıya 

ayaklarını sallandırıp 

annesine hınzır hınzır gülen o çocuk 

uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi. 

ama ikimiz de biliyorduk 

elleri harita kadar acılı her annenin son görevi 

çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti. 

sağır ve dilsizler ülkesinde 

kulaktan kulağa oynarken özgürlük düşün, 

sigaranla aynıydı aşkının geleceği 

duman hali. 

şimdi biz, 

yatırılmamış bir şans kuponu 

pişmanlık olur en iyi ihtimalimiz. 

oysa 

mendil satar yine de bakardım bu kente 

olsaydın içinde.