Merhaba sevgilim.


Günün en sevdiğim saati seni selamlamak. Bütün gün o saatler gelsin diye bekliyorum. Öyle alelade bir saatte merhaba dememek için de tutuyorum kendimi. Ve nihayet ay belirince, yani aşıklar ayın yüzünde öpüştürmeye başlayınca hayallerini yavaş yavaş, koşar gibi sana geliyorum. Ve aydınlık başlıyor ruhumdan ruhuna.

Gününün nasıl geçtiğiyle ve zihninin bugün söyledikleriyle başlıyorum sorgularıma. Sana soru sormak demek sevgilim, yürümeyi öğrenmek gibi. Yürümeyi hep senden öğrenmek istiyorum. Kendi günümün hep aynı dertlerini, hep akıllıca verdiğin cevaplarını duymak için anlatıyorum sana. Gündelik zihin karmaşasını ve kelime salatasını seninle bölüşmeyi çok seviyorum. Ve o salatanın suyuna birlikte ekmek banmayı...

Sevgilim, az daha unutuyordum! Rüyamda şiir kitabım çıkmıştı. Ve bazı sayfalarında küçük çizimler vardı, hatta Yıldızlı Gece çiziliydi bir sayfada. Çok heyecanlı bir rüyaydı. Ahh, keşke rüyalarıma ortak olabilsen, parmaklarımın kendi kitabımda tir tir titreyerek gezinmesini görmeliydin. Sonra gün boyu şiir kitabım çıkarsa günün birinde ön sözüne ne yazacağımı düşündüm. Hasta filan değilim gülme! Birazcık hastayım ama bu onunla ilgili değil.

 Gözlerim bu günlerde fazla yanıyor, olmadık yerlerde bir gözyaşı istila ediyor. Senin ağlayamadıklarını ben mi ağlıyorum sevgilim? Benim yürüyemediğim yolları da sen yürür müsün? Bakamadığım yıldızları anlatır mısın benden başka herkeslere?

Senin kıyamadığın kadar kıyıyorum kendime, sevemediğin kadar da sevmeye çalışıyorum; senin gibi sevmeye. Ağlamıyorum sevgilim, iyiyim. Bazen alerjim tutuyor.

 Yazdıklarını çok merak ediyorum bu günlerde. Ben yazamıyorum pek. Yazıyorsan muhakkak paylaş olur mu? Çünkü şiiri bölüşebiliriz. Hayatı bölüşmek şart değil ki.

Ay, ikimize görünüyor ama biz ikimize görünemiyoruz ya sevgilim, bunun hiçbir açıklaması aklıma yatmıyor. Ama sen yine de anlat, bininci kez aydınlat beni ve binbirinci kez sormak için bekleyeyim seni.

Hoşça kal sevgilim, yine gel. Kelebekler kanat çırpsın sol omzuna doğru. Her yerinden...