Din bir afyon mudur gerçekten?


İnsanların zihnini bu denli bulandıran başka bir icat henüz görülmemiştir yeryüzünde. Fakat mesele dinle mi alakalı yoksa katıksız, saf inançların sömürülmesiyle mi, henüz emin değilim.


İnancın en büyük düşmanı düşünmektir; hele ki düşünme yetisini yitirmiş topluluklarda düşündüklerinizi yüksek sesle ifade etmeyegörün... Başınıza geleceklerin haddi hesabı olmaz. En iyi ihtimalle psikolojik şiddet gören bir mağdur olursunuz.


Aralarında her ne kadar kalmak istemeseniz de onlarla yaşamak, aynı havayı solumak zorundasınızdır. Çünkü her yerdedir onlar. Apartmanda, sokakta, markette, hastanede, okullarda, hatta ortak kullanılan tuvaletlerde bile vardır onlardan.


Küçük bir bakışınıza bile milyon anlam yükleyip sizi düşman ilan etmeleri an meselesidir.


İnandıkları her şey doğru, tartışmaya kapalıdır. Sizin nefes alış şeklinizi bile dilerlerse eleştirebilirler. Onlar gibi değilse şekliniz; en büyük eleştirilerin ve lanetlerin, tebrikler, artık hedefisiniz.


Tüm bu zorbalar ve akli melekelerini yitirmiş insanlar arasında hem kendiniz olarak yaşamak hem de mental sağlığınızı korumak zorundasınızdır. Fakat ne mümkün...


Susmak istiyorsunuz artık, ne halleri varsa görsünler bu saatten sonra, benim anlatmamla nasıl değişecekler ki; ben en iyisi onların çocuklarına gereken önemi vereyim, düşünmelerini, önlerine konan her şeye tapınacak derece itaat etmemeleri gerektiğini anlatayım, diye düşündüğünüz anda ban. Tüm kapılar yüzünüze kapanır. "Çocuğumun zihnini bulandırma sakın. Kendin çıkmışsın yoldan bari onların ruhunu kirletme!" ve türlü hakaretlerle sindirmeye çalışırlar sizi.


Ama yılmazsınız, yılmamanız gerektiğinin farkındasınızdır. Çünkü o çocukları en iyi siz anlarsınız. Çünkü ne yaşıyorlarsa aynısını zamanında siz yaşadınız.


İçiniz elvermez, susamazsınız. Çocuklar size aileleri yüzünden düşman olmasın diye yüz takla atarsınız. Minicik zihinlerini kafese kapatmasınlar, hep canlı kalsınlar diye türlü metaforlar üretmeye çalışırsınız.


Bazen üzülürsünüz çünkü gözlerinin içi parlayan minik bir kız çocuğunun tıpkı annesi gibi konuştuğunu görürsünüz. Gözleriniz dolar yaşlarla, akıtamazsınız. "Bunu kendine daha şimdiden yapma, ilerde toparlanamazsın." diye haykıramazsınız o kız çocuğuna. Çünkü anlamaz sizi, dört yanı kuşatılmıştır beyin yerine bir avuç saman taşıyan insanlar tarafından.


Fakat yine de kızamıyorum çoğu zaman onlara. Bir zamanlar aynı yolun yolcusuyduk, belki ondan. Çünkü o ruh haline erişmek ve eriştikten sonra sıyrılabilmek pek kolay olmuyor. Çünkü olması gerekeni yaptığına seni öyle bir ikna ediyorlar ki aksini düşünme ihtiyacı hissetmiyorsun, zaten o topluluğun içinde düşüneceğin bir ortam oluşturulmuyor.


Mesela şaşırıyorsun, ama korkutuyorlar. "Gözlerini dört aç ve şunu izle, diyor biri, sonra diğeri geliyor; eğer şimdi gözlerini açarsan kulaklarını keser biri, eşek olursun, diyor, ardından başlıyor: bir keresinde bir arkadaşımın arkadaşına öyle olmuş. Sen bizim sözümüzden çıkarsan tıpkı ona olanlar gelir başına."


Gel de korkma...


Ayinler ya da onların deyişiyle ibadetler oluyor ve başka dinden bir insanın yaptığını görsen kahkaha atacağın, dinidir, saygı duymak gerek, bile diyemeyeceğin davranışların merkezinde buluyorsun kendini. Ve onları taklit ediyorsun. Bunları yapmam ve saygı duymam gerek, diyorsun.


Aniden çığlık atan, kendinden geçen birini görüyorsun. İşte, diyorsun, tıpkı böyle bir inanca sahip olmayalım. Baksana, nasıl da yüce imanlı...


Ağlayanları görüyorsun, ama bu ağlamak bildiğin ağlamalardan değil, çok başka ağlamak. Kendine kızmaya başlıyorsun: Neden öyle ağlayamıyorum? Neden onlar gibi olamıyorum? İçten içe ters giden bir şeyler olduğunu anlıyorsun. Ama hatayı yalnızca kendinde görüyorsun. Asla durumun vahametinin farkına varamıyorsun. Sana ne anlatırlarsa ona inanıyorsun. Örneğin; her dinlediğine inanma, kendin oku, bak, gözlerinle gör, inanman kolay olur, diyorlar. Yine kendi yazdıklarını doğrular diye yutturuyorlar.

Ama sen fark ediyorsun sonunda.


Ve bir hatme sırasında sakın gözlerini açma, açarsan kulaklarını keser eşek gelip diyen kadını dinlemeyip açıyorsun tek gözünü ama korkuyorsun da, acaba gidecek mi kulağım, diye düşünmeden edemiyorsun. Bekliyorsun üç beş saniye, kulak hâlâ yerinde. Hani kesilecekti kulağım?


Neden aylardır kandırıyorsunuz beni?


Sinirlenip çıkıyorum dergahtan.


Bir daha kandıramayacaksınız beni, diyorum. Karnım doydu almayayım, diyorum, ama orada bıraktığım insanları düşünmeden edemiyorum. Gözlerinizi açın, bir şey olmuyor, demek istiyorum ama duyulacağımı sanmıyorum.


Her şeyin başında cesaret, diyorum. Cesaret önemli. Korkumuzu bir kenara bırakmalı ve dayatılanlara karşı tek gözümüzü açmalıyız. Zaten sonra diğer göz de açılıyor ve aylarca dergahlarda açılmayan kalp gözünüz de açılıyor.