Önünde upuzun uzanan ince yolu düşündü kadın. Onlarca tümsekli çukurlu yollardan sonra sakin bir patika olan bu ince yolu. Hayatının bu evresinde değişimden korkmadığını yolun son zamanlarda güzelleştiğini ve gördüğü patikadan umutlu olduğunu anımsayarak. Önündeki ince yolun vardığı yerden mutlu olacağını seziyordu. Nihayet varabilecek gibi hissediyordu oraya. Umut dedi geleceği ayakta tutan. Sessizlik.. Derin bir sessizlik. Dingin anlar; hasret kaldığı. Kahveden aldığı yudumun bile eski tadını bulamıyordu. Ruhunun bu kadar kıskaca alındığına inanamıyordu. Özgürlüğün tadının kahvenin tadını bile bu denli etkileyebildiğini ancak tutsaklar anlar diye geçirdi içinden. Tekrarladı sözü ve tweet attı. Bir tutsak ruh görürse anlayacaktı. Zaten ruhlar birbirini öyle kolay tanıyor ve anlıyordu ki. Ona benzeyeni şıp diye sahipleniyor, kıvranışına yoldaş oluyordu. Belki güç verir bu belki acısını çoğaltır. Ya da bazen güç verir bazen acısını çoğaltır. Kimi zaman yol yalnız çekilmezdir kimi zaman kalabalık ağır gelir. Kimbilir; tutsak ruhlar her an her şeyi hissedebilir. Ne yapacağı da kestirilemez tutsak bir ruhun; çırpınışları arasında. “Raskolnikov çaresizliğinin” verdiği deliliktir bu. Denizden hileyle tutulmuş bir balık gibidir. Böylesine aciz bir ruhtan hesap da sorulamaz dolayısıyla. Ancak acınır böylesine. Yazdıklarına dönüp bir baktı kadın. Ruhunu yansıtış biçimi hoşuna gitmişti de –farkındalığı- bu farkındalık fazla geliyordu bazen. Bazı ruhlara -hileyle tutulan balıklar arasında durumu kabullenen ve öylece ayak uyduran- özeniyordu. Sürüklenen ama farkında olmayan böylece yorulmayan ve mutlu olan. Oysa kadının mutlu olması için var olması gerekiyordu. Varlığını tanımladığı tüm parçaların bir yapboz gibi yerli yerine oturması gerekiyordu. Bazen bu parçaların dağınık bir biçimde bir arada durduğunu hissederdi. Bu karmaşa yeterince huzursuzluk verirdi. Elbette bu dağınıklık karamsarlığa yol açıyordu ve aynı biçimde karamsarlık güçlendiriyordu karmaşayı. Bir de bu döngüye hapsoluyordu yitik ruhu. Bazı anlarda küçücük bir boşluk bulup koca bir nefes alabilme lüksüne erişiyor tüm dünyayı sığdırıyordu ciğerlerine. İşte o zamanlar – nadiren olan o zamanlar- manikleşiyor ve o haline sımsıkı tutunmak istiyordu bir koala gibi. Şimdilerde önünde upuzun uzanan ince yol çoğu zaman umut veriyordu yitik ruhundaki karamsarlığa karşın. Bazen öyle anlar geliyordu ki büsbütün adıyordu kendini bu yola, inanıyordu çünkü. İnandırılıyordu da aynı zamanda. Ama dikenli bir tel gibi ruhunu çepeçevre saran karamsarlık yetinmiyordu azbuçuk umutla. Bir çatlak bulduğu an ele geçiriyor ince yolu karanlığa bürüyordu. Gerçekten bu kadar mutsuz muyum diye irkildi kadın yazdıklarını gözden geçirirken. Belki ruhunun bir parçası sürekli böyleydi ama bir parçası da çoğu zaman yoldan keyif alıyor ve huzurlu hissediyordu. Özellikle dingin anlar yakaladığında kendi halinde; durgun sular hakimken benliğine, ondan iyisi yoktu. Geçtiğimiz yıl ne mucizeviymiş meğer karmaşadan uzakta diyerek iç çekti. Geçen yıl işe ara vermiş ilk kez sürüklenmediği bir yaşantı deneyimlemişti. Öyle iyi gelmişti ki bu şimdilerde toparlanamamasının büyük bir nedeni buydu. Bu dinlenme kadının kendisini sevmesine, iç huzur keşfetmesine büyük katkı sunmuştu. Tabi şimdi öyle bir olasılığın varlığı bu karmaşaya uyum sağlamayı güçleştiriyordu. O dinginlik varken burada ne yapıyorum diyordu sık sık. İşte bu ince yol, umutlu olduğu yol yapbozun parçalarını birleştirecek yoldu. Böylece olmak istediği yerde iyi ki burada bunu yapıyorum diyebilecekti. Cesaretliydi bu kez kadın. Türlü engellerle karşılaşsa da yılmayacaktı. Kararlıydı. Kararlı. İçinde yanan ateşi harlayacak yolun sonundaki koca vadiye ulaşacaktı. Buruk bir inançla “ay ışığı sonatosu” nun eşliğinde dile geliyordu bu inanç.