Düşündü. Yatağına uzandı ve düşündü. Bir daha düşündü. Sanki saatlerdir, günlerdir, hatta belki yıllardır düşünmüyormuş gibi, bir daha, bir daha ve bir daha düşündü. Bir yere varamadı ama. Daha önce nasıl düşünüp varamadıysa, bu gece de varamadı. Tek isteği sonu sahile varan çiçekli bir yol. İlerledi, ilerledi. Aynı boğucu dar sokakları döndü, dolaştı. Belki fark etmedi ama aynı ayak izlerinin üzerinden defalarca geçti. Aynı ayak izleri, kapladı tüm dar sokaklarını. Bırakın sahil kenarını, bir yere bile çıkamadı bu ayak izleri. Bazen mutlu olmamak, mutsuz olmaktan iyidir. Fakat o, bunu bile başaramadı. Durmadan yürüyordu, bazen gergin, bazen omuzları düşmüş ve boş vermiş, bazense kararlı. Durduğu da oluyordu; bir kaldırım üstüne çöküp bir sigara yaktığı. O zaman aklına geliyordu, gökyüzüne bakmak. Bakıyordu ve düşünüyordu. Zihninde bir yerlere varmaya çalıştı. Yapamadı. Uykusunda, düşlerinde. Yine yapamadı. Anlamıyordu, gerçek neydi, kimdi, nasıl bir histi gerçek? Yaşamak, neydi yaşamak? Hep üzülmek, acı çekmek ve sonunda ölmek miydi? Bir kez olsun güzel duygular kaplayamayacak mıydı onun zihnini? Adımları hep yorulmuş mu olacaktı? Hatta adım atmak zorunda mıydı? Ama vazgeçmedi. Kimse hiçbir şey zorunda değildi. Ama vazgeçmedi. O yine, o labirentin içinde, çıkacağını sanarak döndü, durdu. Yukarıya baktı, bir ışık aradı. Kendi ışığını. Ama bulamadı, karanlıkta kaldı hep, vazgeçmedi. Bekledi. Düşündü. Bir daha düşündü ve sabah oldu, kalktı yatağından.