Gözlerin açıldığında öncesi olmayan, boş bir sayfaya başlamış, zihninde şimdiye dair hiçbir algı ve düşünce olmayan bir mahluktun. Konuşmadan, yalnızca gözlerinle bir süre etrafını süzdün, çevrendeki her şey ilk defa gördüğün ve gördüğün ilk şeylerdi. Tek yardımcın binlerce yılın getirdiği, tek bir hücreyken ve ana rahmindeyken var olan sezgilerin ve alışkanlıklarındı. Doğduğun günden beri ve doğduğun günde bildiğin, elinle bir memeyi ve sonrasında tüm dünyayı hissetmek, gözlerini gezdirip kulağını verip anlamlar atfetmek; hepsine bir çocukken ve bir cahilken sahiptin.


Bir süreliğine kafa dinlemek ve dinlenmek amacıyla geldiği bu ücra köşede her gün tekrarlandığı gibi evin ve dışarının gürültüsüyle uyandı. Kalktı, yüzünü yıkadı ve ardından bir kalabalığın oturduğu masaya, kendi yerine oturdu. Kahvaltısını ederken içinde uzun bir süre anlamlandıramadığı bir boşluk hissetti. Fakat bu boşluğun sebebini bir türlü çıkaramadı. Sofradan kalktıktan sonra neredeyse rutin halini almış olan günlük yürüyüşlerinden birine çıktı. Sıradanlığın ve durağanlığın temsili olan bu köy ve insanları bugün her zamankinden daha telaşlı ve hareketliydi. Yan yana küçük gruplar halinde toplanan insanlar, yeri farketmeksizin, hararetli bir şekilde bir şeyler tartışıyordu. İnsanları ve iki kişilik bir kalabalığı dahi sevmese de kalabalıklardan birine yanaştı ve konuşmaları dahil olmadan dinledi. Bu kalabalıkların ve hararetli konuşmaların nedenini yavaş yavaş anlıyordu: Köydeki herkesin zorunlu olarak evi olan mabet yerinde yoktu ve işin garip olan tarafı; önceden olduğu yerde öncesinde olduğuna dair ve kaybolduğuna dair herhangi bir iz yoktu. Varlığına dair tek kanıt yürekleri samimi ve dürüst olan köy halkının her bir ferdinin sahip olduğu ortak hafızaydı. Tek bir çürük dahi vermeyen köy halkının zorunlu dindaşları için ortak hafıza, bilmek ve inanmak için yeterliydi.


Günler ve aylar peşi sıra aksamadan geçtiler. Otlaklardaki atlar, eşekler, keçiler yerini soydaşlarına bıraktı ve aklıyla nam salmış genç soydaşlar dahi aylar ve günler öncesini hatırlamaz oldu. Unuttukları dünün tek kalıntısı olan şey yamalı bohça misali topladıkları türküleriydi. Ve sonra örtmek için ayıplarını, uydurdular hatırlamaz olduklarını. Ayları, yılları takip eden geçmişin savaşı, mümkün olan ve var olan en yüce sebeple çıkmıştı. Yağız ataları Tanrı'nın altındayken ve yüce amaçları Tanrı'nın adınayken, uydurdular dillerindeki kahramanlık destanını. Ertesinde senelerin düşmanla, toprakla, yoksullukla mücadele için, vuruşmalarını meşru kılmak için sayısız defa kullandılar destanlarını. Evvelki yaygaradan günler sonra ve asırlar sonra, dindaşlar ve soydaşlar cömert ve anlayışlı birer ev sahibi, yoldaştılar. Unutulmaz denilen, varlığı elzemdir denilen, seneler öncesinden gelme yapmak için yıkmak becerisi, zamanında tırmanmak kadar elzemken, seneler sonra yapabiliyorken taştan ve yerde evler; yapabiliriz mabetsiz köyler, şehirler.


Ömrünün son gecesinde duydu kendi ağzından, itirafını ve kehanetini: "Çürümüş bir değerin ederi kalmadı ve öncesinde ala birleştirici olan değerler zamanla yaşlı ve çürük ağaçlara dönüştü. Yıkılması gereken yıkılmalı fakat yerine yenisini koymayan, koyamayan geleceğin insanları, daha kitlesel ve sezgisel bir yıkıma sürüklenmektedir. Öğrenmeden ve düşünmeden yok saymak ve hiç saymak, en başından bu sezgilerle dolu doğmak veya bu sezgileri yaratan değerlerin içine doğmak bencilliğimizin daha ileri gitmesine ve toplumsal değerlerin yalnızca cehaletin simgesi olmasına neden oldu."