"Artık tükenmiştir söylenecek tüm nutuklar!
Ne benden geleceğe dair bir ümit,
Ne de bu bahar yağmur bize hayat getirmeyecek...
Artık ölüm bize birbirimizden daha da yakındır."
O ellerini açmış ve bütün karanlığa karşı,
Haykırmıştı yüreğindeki insanlığın,
Ona söylemesi gereken içsel savlarını.
Bu onun sözleri değildi,
Bu kaçıncı derseniz deyin;
İnsanlığın hissiydi.
İnce asası ve evreni andıran peleriniyle dikilirken,
Campo de'Fiori meydanında.
Gözlerinden ateşler saçıyordu...
"-Uzun ve meşakkatli bir sabır kasidesidir hayat,
Gerçekler bilinmez, tahmin edilemez yaşanmışlıklar
Anlatılamaz hadiseler sonrasına saklanmıştır,
Kalbimiz kadar canlıdır hayat!"
Yakılmasına tam tamına bir gün kalmıştı...
... ... ...
Gözlerimi açtım uçları burkulmuş bir sabaha,
Kelimeler daha dolmamışken henüz;
Gırtlağım bir amele kemeri kadar sıkı,
Bir işçi ekmeği kadar kuruyken,
Daha açmakla açmamak arasında kaldığım
Ürkek ve bir o kadar da ürkekliğin utancıyla,
Cesur bakışlar atan gözlerimle,
Şafağı izliyorum.
Sindiremiyorum içimdeki öfkeyi!
Kendime kızgınım.
Yazamadım bu zamana kadar şiirler.
Ne feleğe sövebildim,
Ne klişe laflardan kaçabildim,
Ne kollektivistlere sataştım;
Ne de bir fiske laf yetiştiremedim devletlime,
Sağcıları da boş geçmeyeyim,
Hâlâ abaküsle girerler imtihana.
Yollar kalabalık,
Kimse su birikintilerine bakmıyor.
İnanabiliyor musunuz?
Kimse bakmıyor su birikintilerine,
Kimse Edirnekapı durağına giderken,
İzlemiyor şafağı, ve kimse
Gökyüzünün onurlu derinliğini izlemiyor.
Akıllarda sadece ayın başına yetişme telaşı...
Yürekler paslı herkes kendini,
Gaddarlığa yetiştirme peşinde.
Bir yürek!
Söyleyin sayın yer yüzünün yaratılma aşamasında iken,
Tüm fıtratının ve amacının bilincinde olan melekler!
Bir yürek önce neyi unutursa basit bir et parçasına dönüşür!
Nezaketi mi, bilinçli yoksul bırakılmayı mı,
Kendi çıkarını ihtiyaç sahibinin gereksiniminden,
Daha üstün tutarak kenara atarak mı insanlığı?
Neyi unutursa söyleyin!
Liyakati mi, sadakati mi haklının yanında olmayı mı,
Doğru bildiğini söylemeyi mi?
Eğer bunların aksiyse insanlıktan uzaklaşmak,
Bizler pek medeni insanlarız.
Üstelik gelecek nesillere büyük bir miras bırakacağız!
... ... ...
Işığı unuttum ben!
Kara ve paslı bir düzine demir önümdeki.
Kollarım kibirli prangalar ile bezenmiş.
Oysa bir toplum ancak ve ancak,
Yegane düşmanı olarak,
Cahilliği ve bilinçli yoksulluğu görmeliydi.
Birbirini aldatan eşler,
Çiftçinin hakkını yiyen kilise papazları,
Halkı kindarlıkla aşılayan savaş azmanı Kral;
Sırf daha çok doyurabilsin diye tebasını,
Yoksulluktan kırılmamalıydı bunca halk.
"Ey halk, teba dinleyin!
Kılcın keskinliği, kalkanın koruyuculuğu sahtedir.
Elbet çelik paslanacak demir aşınacak,
Ve kırılacak tüm bu kütleli kayaların damarı.
Işığı unutanlar güneşi kavrayacak avuçlarında!
Ve yüzlerce binlerce yıl sonra anlayanlar da olacak,
İnsanlığın yıkmak olduğunu prangaları.
Bugün de yarın da doğruların onurun ve erdemin,
Yılmayan takipçileri!"
O bunları haykırırken çoktan alevler yanmış ve can vermişti...
... ... ...
Işığı unuttum ben!
Artık tükenmiştir söylenecek bütün nutuklar.
Kara paslı bir düzine demirdir önümdeki,
Ve artık ölüm bize birbirimizden daha da yakındır.
Bu bunalımlı ve bunaltıcı şehir,
"İçimi sıkan bu kalabalık ve iki yüzlülük,
Senin de içini yakmadı mı a benim durgun kardeşim?"
Şu Zincirlikuyu, birbirini dolandıran;
Gece kulüplerinde eğlenip de,
Sabahlara kadar birinin yatağında,
Kirli meşakkatler ile terleyen nesil.
"Ey halk teba dinleyin,
Şehrin uyuntusu, zamanın kalıcı duruşu sahtedir.
Işığı unutanlar da bir gün hatırlanacaktır!
Elbet şehir lağvolacak, yürekler tartılacaktır.
Işığı taşıyanlar da olacaktır avuçlarında!
Ve bilakis gelecekten geçmişi aralayıp,
Geçmişten gelece kucak açanlar da.
Bugün de yarın da,
Doğruların onurun ve erdemin
Yılmayan takipçileri."
O bunları söylerken çoktan işe gitmek için yola koyulmuştu,
Sindirilmek istendiğini,
Ama sindirilmemek için savaşacağını bile bile...