İçinde bir ışık vardı. Parladı, parladı ve her yeri aydınlattı. Ahşap ev aydınlanınca mutlu oldu kız. Artık onun da bir ışığı vardı. Fakat etrafında gölgeler ve karanlık vardı. Gölgeler ışığın geldiği yöne baktı. Kızı fark etmişlerdi. Etrafına toplandılar ve onu aralarına aldılar. Işığı yakalamaya çalıştılar ama ışık kızın içindeydi. Ondan alamazlardı. Bunu fark eden gölgeler ışığı yakalayabilmek için kızı kollarından tutup itmeye başladılar. Yere düşürdüler, yaraladılar ama ışığı alamadılar. Alamadıkça daha çok hırpalandı kız ve yara bere içinde kaldı. Anlayamıyordu, neden ışığını çalmak istiyorlardı? Zaten ışığın gücü, her yeri aydınlatmaya yetiyordu. Hiç kimseye ait olmasa da olurdu... Birinin zarar görmesine gerek var mıydı? Ya da kızın da karanlıkta kalması, gölgeleri neden mutlu edecekti ki? Işığın gölgelere mi ait olması gerekliydi? Sadece aydınlık olması yetmez miydi?
Böyle olmayacaktı. Bir şey yapmak gerekti ama ne? Onları durdurmak zorundaydı kız. Belki onların yanında epey güçsüz sayılırdı fakat onlarda olmayan bir şeye sahipti; Işık... İçindeki ışığı avuçlarının içine aldı. Avuç içlerinde ısındı ışık. Isındıkça yandı, ateş oldu. Kız, ateşi yere fırlattı. Ahşap odanın içi yanmaya başladı. Gölgeler, peşinde koştukları ışıktan kaçmaya çalıştılar bu kez. Artık ışık da yoktu, aydınlık da...
Kız, ahşap evden dışarı attı kendini. Karanlık ormanın içinde arkasına hiç bakmadan bütün hızıyla koşarak kaçtı. Sonunda gölgelerden kurtulmuştu. Fakat ışığını da kaybetmişti. Artık Kız da onlara benzemişti; tıpkı gölgeler gibi o da karanlıkta kalmıştı.