Ardında bıraktığın her ayak izinden sorumlusun. Hesabını sorarlar sana, bana, hayat verdiğin fesleğene, büyüttüğün kediye, gözyaşlarını akıttığın yastığa. Yastığa. Gözyaşlarını. Akıttığın. Bir diken gibi, kaktüsün dikenleri gibi, sinsi ve ince, sinsice saplanır göğsüne üzerini ince bir toprakla örttüğün, belki de örttükleri, gerçekler. Kaçış yok. Zihnin dört duvar, aşılmaz, uzun, uzun, uzun parmaklıklar sanki her bir köşede. Miden bulanır, bir sigara yakarsın, daha da bulanır ve bulanıklaşır gözlerini diktiğin her bir satır.

Bak bu sokağa sapmıştın daha önce. Şu binaya girmiştin. O masaya oturmuştun. Karşındalardı, hepsi, hepsi birlikte ve her biri tek tek. Karşında oturup anlatırlardı sonrasında canını yakacağını bilmediğin yalanları, yalanları, gerçekmişçesine gözlerinin içine baka baka, yalanları, birbiri ardına, tereddütsüz. İnanırdın. İnandın. Yine olsa yine inanırsın annene, gelecek der baban, gelecek, gelmeli, nerede, nerede kaldı, geç kalmamalıydı. Yine olsa yine düşersin o çukura çünkü bilirsin o elini tutacak, tutacak biraz daha bekle, tutmalı, tutmadı, neden tutmadı, neden, neden?

O yağmurun altında, çıplak ayaklarınla, ıslanmış bileklerindeki sızıyla saatlerce yürüdüğün geceyi hatırla. Korkmuş, korkmuş ve sinmiş, bir köpeğin ağzından kurtarılmış ama yine oraya bırakılmış küçük bir kedi gibi, aç, aç ve korkak, etrafına tıslıyordun. Kimsen yoktu, ıslaktın, ıslak ve halsiz, ıslak ve üşümüş, gözlerin de ıslak, zaten onlar hep ıslak, ıslak ve şiş. Hiç halin yoktu tek bir adım daha atacak.

Ne zaman kendine yeni bir sayfa açacak olsan kendini tekrarladın, bıkmadan, bıkmadan aynı hatalar, aynı yanlışlar, yanlış olduğunu bile bile, ısrarla. Şimdi en mutlu olduğun anı al kollarının arasına.

Tetik dayandı şakağa.

Çek, korkma.

Çek.