Işıkları söndürdüm, ev arkadaşıma "İyi geceler." diye seslendim; o da yanıt verdi. Odama geçtim, yatağıma yattım, yavaş yavaş uykuya daldım.
Sabah uyandığımda yerde, halının üstünde yatan biri vardı. Önce irkildim sonra yavaşça ona doğru doğruldum. Gerilmiştim. Yerde yatanın ev arkadaşım olmadığı belliydi. Bir yanım çevir kafanı geri uyu, diğer yanımsa bu adam burada ne arıyor, diyordu. "Heey!" diye seslendim. Yatıyordu. "Heeeeeyy!" Dokundum, ittirdim. Hiçbir tepki yoktu. Daha fazla gerilmeye başladım. Kalbim küt küt atıyordu. Kim olduğuna görmek için ayağa kalkıp yüzüne baktım. Yüzünü tanıyamadım. Burnu hafif yamuk, açık tenli, alnı geniş. Yabancı biriydi. Tepkisizce yatıyordu, hatta nefes de almıyordu! Ölmüştü.
Odamda bir ceset var! Kafayı yemek üzereydim. Ev arkadaşıma seslendim, cevap gelmedi. Odasına gittim, boştu. Aradım, açmadı. Şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Titriyordum. Nefes alışım değişmişti. Oturdum, bir sigara yaktım, düşünmeye başladım. Bu ceset nereden gelmişti? Üstelik ev arkadaşım sabahın yedisinde nereye kaybolmuştu? Bu arada aç karnına içilen sigara berbat bir şeymiş.
Bir an polisi aramayı düşündüm ama aklımdan binbir türlü düşünce geçiyordu, vazgeçtim. Bir yandan da düşünme yükünü üstümden atmak istiyordum. Hâlâ ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Tekrar arkadaşımın odasına gittim, yatağın üstünde bir telefon gördüm, tanıdık değildi. Tuşuna bastım %1 şarjı kalmıştı. Hemen odama gidip şarja taktım. Telefon kapanmadan yetişmiştim. Tekrar arkadaşımın odasına döndüm. Cüzdanı, anahtarı hemen hemen her şeyini evde bırakmıştı. Buna anlam veremiyordum. Mutfağa geçtim, mutfağın tam orta yerinde duran damacana dışında her şey normaldi. Farklı bir şey yoktu. Damacanayı alıp kenara koydum ve mutfaktan tekrar odama yürümek üzere çıktım. Tam çelik kapının yanından geçerken kapıyı açıp ayakkabılara bakmak geldi aklıma. Şimdi iyice terliyordum, inanılmaz bir sıcak basmıştı beni. Kapıyı açtım, arkadaşımın ayakkabıları ve muhtemelen odamda yatan yabancının ayakkabıları olduğunu tahmin ettiğim iki çift ayakkabı ve terlikler vardı. O an ayakkabıları içeri, kendi ayakkabılarımın yanına almak için bir an eğilecek gibi olsam da bunun önemsiz olduğunu düşündüm. E ayakkabısı buradaysa ev arkadaşım nerede?
Tüm bunlar çok garip geliyordu. Fazlasıyla garip...
Odama gitmek istemiyordum cesedi görmemek için.
"Düşün, düşün, düşün!"
Odama gittim, cesede uzun uzun baktım. Sonra aklıma geldi, her nasıl öldüyse vücudunda buna dair bir ipucu olmalıydı. Ben otopsi uzmanı falan değilim ama herhalde anlayabilirim diye düşündüm ama bu cesede dokunmak istemiyordum. Banyoya gidip eldiven aradım. Lavabonun dolabında kullan at eldivenlerden vardı, bir çiftini giydim ve odama döndüm. Cesedi çevirdim, tişörtünü çıkartırken bel kısmının hafif altında garip eşkenar dörtgen şeklinde bir yara ve morarma olduğunu gördüm. Bu arada üşümeye başladığımı fark ettim ve odamın penceresini kapatıp tekrar cesede göz gezdirmeye döndüm. Benzer bir ize cesedin sol bacağında da rastladım. Ama bunlar hiçbir şey ifade etmiyordu, en azından benim için.
Eldivenleri çıkardım, yatağıma uzandım ellerimi alnıma koydum ve tavanı izlemeye başladım. Karnım acıkmıştı. Kol saatime baktım, yedi buçuğa geliyordu. Kendimi dinlendirmeye, rahatlamaya çalışıyordum. Biraz rahatlarsam daha mantıklı düşünebilirim diye düşündüm ama hiç gevşeyemedim. Beş dakika kadar sonra kalktım, mutfağa gittim. Bir şey yiyesim gelmedi, tekrar odama dönerken dışarıdan bir çığlık sesi duydum. Ses arka bahçe tarafından, yani benim odamın olduğu taraftan geliyordu. Gidip az önce kapattığım pencereyi açtım, aşağı baktım, ev arkadaşım aşağıda yatıyordu! Aceleyle kapıya koştum, çelik kapıyı aralık bırakıp terliklerimi giydim ve aşağıya fırladım. Hemen arka bahçeye koştum, ev arkadaşımın yüzünün toprağa gömülmüş tarafını dikkatlice çevirdim. Kalbi atıyordu. Etrafa baktım, yan apartmanın alttan ikinci balkonunda gözlerini bu tarafa dikmiş teyze dışında kimse yoktu, muhtemelen bağıran da oydu.
"Ambulansı arayın!" diye bağırdım. Teyze içeriye döndü.
Yaklaşık bir on dakika arkadaşımın kafasını omzuma dayayıp bekledim. Ambulansın sesi duyuluyordu. Az sonra görevliler sedyeyle geldi ve arkadaşımı sedyeye yatırdılar. Ambulansa binip hastaneye gittik. Hiçbir şey umrumda değildi sanki o an. Tüylerim diken diken olmuştu. İnanılmaz gergindim. Hastaneye vardığımızda arkadaşımı ambulanstan indirdik ve hemen ameliyathaneye aldılar. Zaman, geçmek bilmiyordu. Yanıma hiçbir şey almamıştım, pijamalarımla ameliyathane girişinde bekliyordum. Beklerken karnımın acıktığını fark ettim, midem gurulduyordu, sanki midemin içinde koca bir boşluk varmış gibi hissediyordum fakat yanıma ne cüzdan almıştım ne başka bir şey. Dayanamadım ve kantine indim, utana sıkıla kantindeki görevliye evden aceleyle çıktığımı, cüzdanımın olmadığını ve çok aç olduğumu söyledim. Sonra niye utana sıkıla söylediğimi düşündüm. Sanki böyle olmasını ben istemiştim. Görevli kaşarlı bir tost bastı ve bir bardak da çay verdi. Teşekkür edip boş bir masaya geçtim ve kaşarlı tost ve çayla kahvaltımı yaptım.
Biraz hastaneyi gezdim ve tekrar ameliyathanenin olduğu kata çıktım. Kafam biraz olsun dağıldı diye düşünürken birden aklıma evin kapısının içeride bir ceset olmasına rağmen aralık bırakıldığı geldi. Hemen hastaneden çıkıp eve doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Evle hastane arası çok da uzak değildi zaten. Eşyalarımı alıp, kapıyı kapatıp, kilitleyip öyle çıkmam gerekiyordu. Öyle de yaptım, üstümü de değiştirmiştim. Tekrar hastaneye gittim.
Hastanenin bahçesinde biraz oturdum. Bir ara ameliyathanenin oraya çıkıp geri döndüm. Saat sekiz buçukta alarmım çaldı. Dokuzda dersim olduğu için hastaneden çıkıp okula gittim. Okuldan hastaneye döndüğümde öğleden sonraydı. Hastane görevlisine arkadaşımın adını verdim, nerede olduğunu sordum. Saat kaçta nereye getirildiğini sordu, söyledim. Yerini öğrendikten sonra yanına gittim. Arkadaşım hasta odasında yatıyordu. Yanına oturdum. Pek hâli yoktu. Hiç değilse uyanıktı, hayattaydı. Neler olduğunu sormak istiyordum ama tam zamanı değildi sanki. Ortak arkadaşlarımızdan birini aradım, olanları anlattım ve hastaneye gelmesini, eve gidip biraz uyumak istediğimi söyledim. Yarım saat kadar sonra ortak arkadaşımız geldi, herhangi bir şey olduğu takdirde haber etmesini tembihledim, ev arkadaşıma veda edip eve gittim. Cesedi görünce odamın kapısını kapattım. Şu birkaç saati düşünmeden biraz dinlenmek istiyordum. Arkadaşımın yatağına gidip yattım.
Telefonumun zil sesiyle uyandım. Öğleden sonra hastaneye çağırdığım arkadaşım arıyordu. Açtım. Ev arkadaşım nerdesin diye sordu. Evde olduğumu söyledim. "Çabuk evden çık, evde yılan var!" dedi. "Ne saçmalıyorsun?" dedim. Anlatmaya başladı:
-Faik ve ben...
Duraksadı. "Faik'e noldu? O nerede?"
"Faik kim?" dedim.
-Sabah eve onunla gelmiştim.
-Ya sen ne olduğunu anlatsana, ne yılanı, ne saçmalıyorsun?
-Gece sen yattıktan sonra Faik beni aradı. İşte kanka gel takılalım, edelim falan dedi. Beni de uyku tutmamıştı zaten hazırlanıp çıktım. Faik'le buluşup bara mara gittik. Sabaha karşı bar kapatmadan evvel ben tuvalet kapısının yanında bir damacana buldum, içinde de bir yılan vardı.
-Bir dakika bu damacana mutfaktaki damacana değil dimi?
-Bir dakika bölme, damacanayı alıp çıktım, Faik beni kapıda bekliyordu. ‘'Bu ne lan?” diyip güldü. Aslında eve getirmeyecektik ama o an saçma bir gaza geldik ve yılanı eve kadar getirdik. Sonra ben damacanayı mutfağa bıraktım. Faik şarj aleti bakınıyordu. Ben de üstümü değiştirip mutfağa döndüm. Yılanı telefonla kameraya çekiyordum. Ama tırmanabileceğini bilmiyordum! Hiç aklıma gelmemişti.
Arkadaşımın sesi titriyordu. Bir süre hırıltılar çıkardıktan sonra devam etti:
-Damacananın kapağını açtım ve yılan birden dışarı çıktı. Ben de korkup senin odana doğru kaçtım. Camın zaten açık olduğu için o anın korkusuyla kendimi dışarı attım. Faik de odandaydı!
Şok olmuştum. Odamdaki ceset böyle ölmüştü demek. Zavallı adam, ev arkadaşımın aptallığı yüzünden ölmüştü. Ve şimdi ev arkadaşımın aptallığı yüzünden evde bir yılan vardı. Hatta, sesini fark edebiliyordum.
"Tsss, tsss" ses yaklaşıp uzaklaşıyordu. Evden çıkmalıydım.