Belki öğle vakti bir mızrak boyu uzamış da

ben o gölgeye sığınmışım

o gölge boyunda kamburlaşmışım.

Belki de ben, insanlığın çamuruna bulaşmış

akşamdan kalma bir suçlu

bir yanım çocuk,

telaşlı ve korkak,

bedenimi terk ettiğim yaşta kalmış

bir vakitler -nasıl olmuşsa- güvenmişim,

kırk tas su ile yıkamışlar ruhumu

yeniden doğmuşum

benzim beyaz,

hiçbir aynaya sığdıramam bu ıssızlığı.

Bir yanım ise

arsızlaşmış,

bütün gün başıboş müjdeler sıralarken

aksatmazdım rüyalarda dolaşmayı

bu yollar tamamlanmamış derdim

söylediklerim yüzüme çarpardı, soğuktu

bilmem ki kimsenin ısıtamadığı bu büyük soğuklar

neden hep bana ertelenmiş

ben bu hayta zekayla kerpiçten bir ev yapar

ancak onu da bozarım.

Uğultulu sokaklardan geçerken

bir kavgaya karıştım da

-halbuki yeminliydim-

öyle rast geldim bu şuursuz devrime

ve ben aslında yasımı takas etmek istedim

bir zorbayla.

Herkes kendi eseri avuçlarında,

bu tozlu topraklara vardık

ne kadar yürünecekse, ne kadar beklenecekse

o kadar,

yürüdük

bekledik.

Yığılmışız.

Kollarımız, bedenimizden ayrı düşüyor bir köşeye

aklım takılıyor o solgun yüzlere

o densizlere

sonra bir kuvvet belimizde, kalkıyoruz

dar kapıları aralayıp

varıyoruz istila edilmiş barınaklara

-sonrası-

nöbetçi bir uyku,

yedi gün yedi gece uyuyoruz.

Aslında uyanıkmışız, kımıldamıyor kollarımız.