Kaç-


Kocaman bi dağ vardı kaplumbağanın önünde aşamayacağından çok emin olduğu. Öylece bakıyordu öylece duralı epey zaman olmuştu. Etrafından dolanmak hiç aklına gelmiyordu; başka bi yol var mı bakmak. Sanki sadece dümdüz önüne gidebilir gibi gözünde kocaman görünen o yokuşa öylece bakıyordu. Belki ilk değildi karşılaştığı bu dağ; elbette ilk değildi ama sanırım gücü azalmıştı ve de umudu.. Dağın ardındaki ovaya heveslenmiyordu artık; bilse bile güzelliğini. Yürüdüğü onca yolda ha gayret diye koyulduğu yollar sonunda burdaydı işte; öylece durduğu; durmayı seçtiği burda. Ve bir gün öylece dururken gözünde pek de fer kalmamış ama durmamayı seçen, önlerindeki dağa tırmanmaya cesaret edebilecek olanla tanıştı. Birlikte biraz durdular kaplumbağanın istediği gibi; eşlik etti ona. Ama yola devam etmek isteyen de yolda onun eşlikçisi olmasını istemişti. Kaplumbağayı anlıyor; yılgınlıklarının ortaklığını görüyor ama pes etmek istemiyordu. Önlerindeki kocaman dağa tırmanmak yerine etrafından dolanmayı önerdi. Kaplumbağa biraz düşündü sanırım sanki cesaret edebilecek gibi bi an yaşandı çünkü o geçirdikleri kısa zamanda dahi yolculuğun onunla keyifli ve güvenli olacağı ı hissetmişti. Bu sıradan bi karşılaşma olmamalı diye düşündü durdu. Onu bekleyen yolda yanında ona elini uzatıp güven verense onunla çok güçlü bi bağ hissediyordu. Yola onsuz koyulmak istemiyordu ve hatta gerekirse onun için yolunu değiştirebilecek kadar ait hissediyordu. Zaman zaman kaplumbağa da öyle davranıyor heveslenip ovada neler yapacaklarını anlatıyordu; ovadaki her planı onunla yapıyordu. Sanki o da benzer bi aidiyet içindeydi; dillendiremese de. Gittikçe daha da yakınlaşıyorlar adım adım dağa yöneliyorlardı. Minicik adımlarla yola koyuluyorlardı. Ta ki hiç hesapta yokken çıkan bi fırtınanın ortalığı kasıp kavurduğu o güne kadar. O gün, güneşli başlayan o gün nasıl böyle son bulmuştu hala şaşkın hala dalgın hala yol kenarında kaplumbağayı bekleyen; bir adım kımıldayamayan. Hatırlamaya dahi cesaret edemediği şey, gün ortasında her şey olağan akışındayken birden bire ortaya çıkan o fırtına. Fırtına da brilikte hareket etmek yerine kaçmayı seçen o kaplumbağa, ortaya saçılan kalp kırıkları, ayaklarını yere çakan o terkediş. Ardına bakmadan giden kaplumbağa.. ardını dönemeyen.. terk edilmişti öylece orada bi anda. Bir anda bir anda. Oysa bazenleri pek ilgiliydi kaplumbağa gözündeki buğuyla onun. Palavra. Gerçekten gerçek bi fırtınada kaçana dek inandırıcıymış bu. Fırtınada sığınmaktı birbirine aidiyet. Şimdiyse hala kımıldayamadan gittiği yöne gözlerini diken koca bi hayal kırıklığı kalan.