Bir tek o bağışlayabilirdi günü, bu da artık mümkün görünmüyor. Son kalan umutsuzluklar akıyor tüm yüzlerden, soyunuyor vicdanımız tepkisizliğin karşısında, çırıl çıplak bir halde bizlere dikiyor gözünü, onun dilini anlamaktan çok uzağız yitirilmiş tüm karşı koyuşlar, teslim oluyoruz bıkmışlıkla. Her birimizi ayrı ayrı korku sarıyor geceleri ve gündüzlerimiz büyük bir karanlığın elinde geçiyor. Soluklanacak ve hissedecek yerimiz kalmadı mutsuzlukla açlıkla çarpıyor yüreklerimiz. Bu karanlık öyle katlanılmaz bir hale geldi ki olanı yok saymaktan başka çaremiz kalmadı. Onura dair her şey kirli şimdi, kirletilmiş yalan ve obur ağızlar tarafından. Geçen günler öfkemizi katlıyor, içimize patlıyoruz, resmiyete bağlanmamış bir tutsaklığı yaşıyor tüm tepkilerimiz. Nereden gelir yaşam, nerede biter böyle boşu boşuna, pervasızca harcanır, tesadüfi bir geçişe ana bakar sonu? Şimdi ne inkar vakti ne de gömülme kendi çukuruna, her ses bir diğerine katılmalı, güç ait olduğu yere dönmeli. Haksızlığa, alçaklığa, hainliğe yeter diyebilmek için, bizim olanı, yaşamı geri alabilmek için, teslim olunmamalı daha fazla karanlığa. Evlerimize, içimize hapsetmeye çalışıyor dışarının gasp edenleri bizleri. Buradan sonra geri çekilmek ancak tam bir yıkımı getirir. Eskisinden daha korkusuzca atılmalı adımlar, zehirleri işlememeli zihinlerimize. Cahilden, yüreksizden, hainden hesap sorulmalı. Tüm öldürülen çocukların, namus diye atılan kadınların, acından ölen insanın, çaresizce başını öne eğen babanın hesabı sorulmalı. Ne kaldı yitireceğimiz, acizliğimize bir çeltik daha atmaktan başka ne işe yarar kaçmak? Ya gidecek bitecek bu cehennem ya da kendimizden tiksinerek öleceğiz bir yerlerde günün birinde. İnsaniyetin sorumluluğunu üstlenmeliyiz teker teker, ‘nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa’.