Buradayım. Kızgın bir çölün ortasındayım. Beni görmüyorsun ve ben artık şaşırmıyorum, yürüyorum. Çölün ortasında bir kuyu var. Kuyu. Merak ediyorum kuyuyu, peşinden gidiyorum. Kuyunun içinde su yok. Ama kuyuda yansımamı görüyorum. Şimdi kuyunun önündeyim, ellerimi uzatıyorum, tutarım sanıyorum, ben uzandıkça kaçıyor kuyu, çok yaklaştıkça uzaklaşıyorum, varamıyorum, pes ediyorum. Dikkatimi kum taneleri çekiyor. Çöldeyim. Bak diyorum kendime, çöldesin. Bunlar rüzgarı izleyen kum taneleri. Her zamanki gibi dikkatim dağılıyor, kafamı çeviriyorum, oradasın, gözümü kırpmadan kayboluyorsun. Tek başına yürüyen bir deve var çölde, çöl sonuçta; evet çöl sonuçta, develer olur. Sanki devenin yanında yürüyorum; hiç yorulmamış, hiç dinlenmemiş deve; hep yürümüş, yürü demişler yürümüş, dur diyene kadar durmamış, son ana kadar yürümüş deve; ölmüş, susmuş, yürümüş.

Bunaldığında nereye kaçardın? Hatırlıyor musun kendinden nasıl kaçardın? Herkesten nasıl kaçardın, ona mı giderdin çok sıkıldığında? Bilmiyorum, gitmezdim. Belkilerle giderdim, ben belkileri çok severim. Bunu biliyor musun? Ellerim. Ellerimi özlüyor musun? Yine kaçtı.

Son kez ardıma bakıyorum. Kendi dikenlerine sarılmış kaktüslere bakıyorum. Kendinden çok kimseye yaklaşmayan çiçekler. Kaktüse bakıyorum, onun yanındaymış gibi. İşte yine buradasın. Gözlerimi açtığımda çöl oluyorum, kuyu oluyorum, kum tanesi oluyorum, deve oluyorum, kaktüs oluyorum. Kendim olamıyorum, uyanıyorum. Çölden gidemediğimde, kuyudan gidemediğimde, kum tanesinden gidemediğimde, kaktüsten gidemediğimde, senden gidemediğimde anlıyorum.