Pera’dan Galata'ya kadar çöktü güneş,
Geçmişin ağır yükü istinaden, bütün meyhanelerin sandalyeleri aynı anda çekilir.
Güzel kadınlar daha masaya teşrif etmeden;
Güllerle ovulur masalar, tabaklar, bıçaklar.
Bu kez dertten ve kederden ovulmaz rakı kadehleri,
İstanbul’un ressamları ve şairleri tek tek parlatırlar bu kadehleri.
Sen oturmaya kalmadan cumhuriyet bir kez daha kurulur meyhanelerde.
Sen uzanırken rakı kadehlerine,
Her tarihçi önünü ilikler iliklemez zapta alır seni.
Ressamlar acele etmezler boyalarını karıştırırken kadehlerinde.
Tuttuğun kadehin bile müzesi vardır artık, içtiğin sigaranın bile dumanının alıcısı.
Sokaklar boydan boya çıplak kalır her bana uzanışında.
Bana uzanışını gören padişah, tarih kitaplarından fırlar!
Seferler düzenler iki bin yıllık şehrimize.
Karanlık kasıp kavururken geceyi,
Rakı kadehlerin gürültüsü aydınlatır tekrar geceyi.
Bunca kızıl kıyametin içinde;
Ben susup uzanırım ellerini, boynunu.
Öperken seni rakı kadehlerinin her kaldırışında,
Gök yarılır ortadan ikiye!
Tanrı yarı uzanır bize;
Merak eder, bakar gecenin içindeki gülüşmelerimize.
Biz istemesek de geceyi,
Sen istemesen devriâlemi,
Ben istemesem de sabah olmasını,
Masamıza insanlar yığılır.
Rüzgar susar,
Yağmur susar geceye.
Yıldızlar bile ışıklarını alıp giderler başka geceye,
Utanır o da utanır gülüşünden.
Beyaz bir gül gibi açar gülüşün gecede.
Bir de bana aralanır sarhoş gözlerin,
Beden bu ya, hep sarhoş, eller yahu, hep sarhoş!
Çarşaf gibi değişir gece, biz sarhoşken birbirimize.
Uzanır gider gözlerin sokağa ansızın,
Sanki sokaklar mahşer yeri o sıra, bir ülke tekrar kurulur baktığın yerlerde adeta.
Yasaklar düşer meydanlara,
Bizden başkası geçmek yasak!
Bu insanlar sadece beden, bu insanlar hala ölümlü,
Biz ki tarih kitaplarını baştan sona yazdıran,
Ölmeyecek zamanların zaptında hala gülüşlerimizin resmi.
Daha manşeti bitmeden basıma gider gazeteler,
Anlatamaz onca kalem bir çırpıda seni, bizi, geceyi.
Daha kurşunu yemeden gece, yüzüstü düşer ayaklarına kapanır ansızın.
Ben düşersem kadehine, Galata baştan aşağı yanar yakılır, sıçrar sonra geceye.
Ev ev, ocak ocak.
Bir isyan başını alıp gider gecenin içine.
Sokaklarda kapı aralanır gibi aralanır gülüşün bana.
Ve aralanan her ev bizim oysa!
Bu şehirde, her nefes alışında bir çivi düşer geceye.
Bana aralanan dudakların hikmeti bu ya
Her defasında koskoca binalar çöker geceye.
Ama yine de bir umut bizdeki,
O boğaza karşı koyun koyuna uzanan yalılar,
Ah o güzelim; renk renk, içi boş yalılar,
Hala dimdik ve hala boğazımızda düğüm düğüm, yerli yerinde kalır.
Sevişince onlar da düşer gecenin içine apansız.
Gülüşün zapta,
Gece zapta,
Ben zabıtta!
Yıkılsa artık şehir,
Gücümüz var bizim o meşhur Bizans’ı kurmaya.
Tarih kitapları örtülür,
Ressamlar son fırça darbelerini vurur gecenin içine.
Artık uyku vakti gelmiştir bize sevgilim.
Kapatma gözlerini bana,
Sokaklar karışmıştır geceye, sen karışmışsındır koynuma.
Artık şehir baştan başa zapta!