İlk çağın aristokrat bilgesi Platon'un metaforunda dediği gibi bir mağaranın eşiğinde... gerçek ile yanılsamanın tam ortasında... gölge suretler ile çıldırtan hakikatin girdabında... varlık evrenindeki mana arayışında, dünya denilen simülasyonda kadın insan olmak. Coğrafyasının, dilinin, dininin, ırkının, milletinin hiç değişmediği bir keşmekeşte varlık bulmaya çalışmak. Madde aleminden mana eylemine her geçişte yolu tıkanan kadın insan... Defalarca, defalarca katledilen kadın insan. Katili hep aynı karanlık ideadır. Mağaranın dışını bilmez, çıkmaz, çıkamaz, çıkmaya çabalamaz. Hüzünlü hikaye şudur ki çıkmaya çabalayan kadın insanlara da izin vermez. Hypetia'yı İskenderiye sokaklarında sürükleyen o ipi tutan el olur. Jeanne D'arc'ı ateşler içinde bırakan odunları taşıyan omuz... Namus namus diyerek recm edilen isimsiz nicelerine ilk taşı atan avuçlar... İnsanlık, insanlık diyerek tekmeleyen ayaklar, içgüdüsel tüm dürtülerle bakan çirkin gözler, nefret soluyan soluklar, konuşurken dahi sözleriyle ağu saçan diller...

Çok gördük biz bu karanlık ideayı çok... 21. yüzyıl denilen korkunç dijitalde de eksilmeden varlık göstermeye devam ediyor. Bazen bir eş, bazen sevgili, bazen baba, bazen abi, bazen kardeş, bazen... bazen... işte...

Eski ve etkileyici bir film karesinden Zeyd seslenir mağaranın karanlığına doğru...

KADINLAR ANADIR... SENİ KARNINDA TAŞIYAN ANAYA SAYGIN TÜM KADINLARA YANSIMALI... Çare yine kadın insanda gizlidir... Karanlık ideanın en önemli şifacısı, bir kadın ananın şefkat ve özgüven yüklü elleridir. DÜNYAYI KADINLAR DEĞİŞTİRECEK... SON KARANLIK İDEAYI YOK ETTİKLERİ GÜN...