Bölüm 2 – Otoban

 

Yolda bulduğu şeyleri toplaya toplaya giderken garip sesler duymaya başladı. Sesler onu korkutuyordu fakat seslerin gizli bir çekiciliği vardı. Başta biraz çekimser olsa da her şeye inat sesi tanımaya çalıştı. Bir yandan şaşkınlıkla ve korkuyla etrafta çalı çırpı ararken bir yandan da merakla sese doğru bakıyor ve yürüyordu. Ona değişik ve düzensiz aralıklarla esen bir çeşit rüzgarı anımsatıyordu sesler. Bir geliyor bir gidiyordu. Bazıları çok şiddetli bazıları ise onun adımlarından bile sessiz. Çanta artık dolmuştu. Daha fazla şey toplayıp taşıyamazdı. Eve dönsem mi diye düşünmeye başladı. İçi dönmeye el vermiyordu. Ama fazla merakın da iyi bir şey olmadığını düşünüyordu. Ancak içindeki ses ona ‘’Bugün güzel şeyler olacak’’ diye bağırmıştı. Henüz bir şey olmamıştı ki. Normalde dönerdi evine. Huyu değildir. Bugün oraya gitmek istiyordu. Biraz daha yürüdü. Yürüdü. Sesler daha da şiddetlenirken yürüdüğü yer sallanıyordu. Birkaç işaret de görmüştü artık. Bu işaretler böcekler tarafından ileride tehlike olduğunu bildirmek için konardı. Ancak onun umurunda bile değildi. İçindeki sese güveniyordu.


Yaklaşık yarım saat yürüdü. Malum karınca adımları. Kısacık yolu bile upuzun yürümek zorundalar. Sonunda bir şeyler seçebiliyordu. Ancak henüz net bir şey yoktu. Çalıların ve yaprakların arasından gördüğü hızlıca parlayan renklerden başka bir şey yoktu. Biraz daha yürüdükten sonra bir tepeden  gördüklerine inanamadı. Kocaman çok hızlı hareket eden şeylerdi bunlar. Hayatında daha önce böyle şeyler görmemişti. Hepsi renk renk, parlak derili bazıları mat nesnelerdi. İçlerinde insanlar vardı. Daha önce ormanda insanları görmüştü. Fakat hiç böyle büyük nesnelere sahip olduklarını bilmiyordu. Karınca akıllıydı. İnsanların da akıllı olduğunu biliyordu. Bu şeyleri bir yerden bir yere giderken kullandıklarını düşündü hemen. Zaten canlıya benzemiyorlardı. İlk bakışta onların cansız oldukları anlaşılıyordu.


Tüm bu olanlara şaşkınlıkla bakarken bir şeyin güneşin ışığını yansıttığını fark etti. Gözünü kamaştıran ışığa bakmaya çalışırken gördüğü bu nesnelerden çıktığını zannettiği boğuk ve yüksek sesle irkildi. İrkilmenin verdiği afallamayla ayağı kaydı ve tepeden hızla yuvarlanmaya başladı. Sanki tepe ona nazik davranıyordu ki parça parça hayvanlara ayrılmış kısımları, bir bir şiirsel bir edayla, yumuşak düşüşlerle atlatıyordu. Böcek pazarları, kahvehaneler, eşşek arısı karakolları, tavernalar, hanlar…


Yuvarlanırken farkında olmadan gözünü alan şeyi kesitler halinde görebiliyordu. Bir insan olduğunu anlamıştı fakat ne olduğunu anlaması için durmayı beklemesi gerekti. Bir süre sonra yavaşlayarak durdu. Başı çok dönmüştü. Ne olduğunu şaşırmıştı. Kafasını gözünü alan şeye döndürüp baktığındaysa dilini yuttu.


Bu bir reklam panosuydu insan dilinde. Karınca akıllıydı ama ne olduğunu anlayamayacak kadar şaşırmıştı. Panodaki bir süt reklamıydı. Bir kadın elinde bir bardak sütü tutup gülümsüyordu. Ama ne kadın. Kahverengi yer yer daha açık dalgalı saçları vardı. Bir savursa karınca rüzgarından uçardı. Ona hiç görmediği denizlerin, okyanusun hırçın dalgalarını anımsatıyordu saçları. Gözleri kocaman birer bal küresini andırıyordu. Onlar da kahverengiydi. Ama bal kadar tatlı bir canlılığı vardı. Gözlerinin üstündeki kirpikleri onları koruyan vatanperver askerleri andırıyordu. O kadar nizamiydiler ki en içlerinden sevdikleri belli oluyordu. Ayrıca güneşin saçtığı ışıklar kadar ihtişamlıydılar. Gözleri güneşe de benziyordu çünkü. Alt kirpiklerin hakkı hep yenir. Kimse onlara iltifat etmez. Ama karınca onları da çok sevmişti. Onlar da bir çiçeğin yaprakları gibi aşağı sarkıyorlardı. Kaşları sanki ne hissettiğini anlayalım da bilelim diye yaratılmış gibiydiler. Bilelim ki onu anlayalım. Bir ressamın ustaca fırça darbeleriyle özenle çizilmiş gibiydi. Dudaklarının rengini ve şeklini daha önce hiçbir dudak çiçeğinde görmemişti. Sanki bir öpse onu, zamanı bükecek kıvrımları vardı. Yüzü tıpkı gece hayretle izlediği dolunaya benziyordu. Sanki bazen nadir görebileceği bir şeydi. Çok uzaktı ama hem yanında hissettirecek kadar yakındı hem de onu

çok rahatlatıyordu.


Tüm bunların yanında kadının yüzünün güzelliğinin diğerlerinde olmayan bir yanı vardı. Onun yüzünden, gözlerinden içini okuyabiliyordu karınca. Ne yaşamış anlayabiliyordu. Sanki onu gördüğü ilk an onu hep tanımış onu hep tanıyacaktı. Bir an bu hislerin güzelliği karşısında diz çöktü. Ancak sonra kendine sordu. Bu karınca bedeniyle, bu kadını taşıyabilir miydi? Bilirsiniz ki karıncalar kendilerinden kat kat ağır şeyleri kaldırabilirler. Bu kalpleri için de geçerlidir. Bir karıncadaki kalp çoğu zaman bir insanda yoktur. Kendisinden çok daha büyük bir canlının ayakları altında ondan korkmadan dolaşabilirler. Karınca korkuyordu. Bu kadının ihtişamı onu korkutacak kadar fazlaydı. Ama cesurdu da.

Karar aldı. Gidip bu kadını bulacaktı. Ne olursa olsun. Çünkü içinden bir ses bunu yapması gerektiğini söylüyordu. Sanki kader ona bir şans tanımıştı.