Yeni eve çıktım, iş hayatımın ilk evine… Çalıştığım yerde bi Nilgün abla vardı. ‘‘ Masa alma, masanı ben alcam.’’ dedi diye bir sene masa almadım. Masa dediğin nedir ki? Birine bel bağlamak istediğimi düşündüm sonra. Nilgün abla mesele vallahi masa değil, sen bana aciz tarafımı hatırlattın. Yardıma ihtiyacı olan ama asla kimseye içini o kadar açamayacak olan tarafımı... Yoksa masa da alınır, milyon tane zımbırtı da…

Bu öğrencilikten iş hayatına sert geçiş evresini atlattıktan, iş temposuna alıştıktan sonra kocaman bir hortumun içinden dışarı atıldığını düşündüğün anlar oluyor. Mekâna ve zamana yabancılaşıp aklın oynuyormuş gibi, sanki başında biri ayağını yere şıp şıp vurarak ‘‘Olmadığını biliyorsun.’’ diyormuş gibi, ne yapacağını bilemediğin anlar… Üç saniye fazla sürse sahiden delirecekmişsin zannettiğin… O zamanlar kalabalık olmak istiyormuş insanın canı. Uzun bir masanın etrafında oturan, gülüşen, sohbet eden birilerini arıyormuşsun.

İşte, için evvel zaman televizyonları gibi cızır cızırken ve minik kalbinin o ‘minik kuş’ şarkısı kadar tutmayacağını bildiğinde, kapının önündeki yeni dünya ağacının hayatındaki tek renk olduğunu düşündüğünde; anlam aramaktan vazgeçiyorsun. Bir bataklığa saplandığını ve hatta dizlerine kadar battığını anlayıp hayret ve coşku eşliğinde eve giriyorsun. Işıkları açıp uykun gelene kadar kitap okuduğunda yahut bir dizi açıp az önce dehşete kapılmamış gibi hayatına devam ettiğinde de buna ‘iş hayatı’ dediklerini fark ediyorsun.

Sanki battal boy bir nevresimi tek kişilik yorgana geçiriyormuş gibi hissediyorsun sonra. Nasıl olur bilirsiniz, yerleştirdiğinizi sanırken kenarı köşesi hep boş kalır. Zamanla yorgan ortaya birikir ve uyku haliyle düzeltmeye çalışırken iyice top şeklini alır; ısıtmaktan çok, yorar.

Öyle sabahlar oluyor ki işi gücü bırakıp kapına, belki belediyenin eskisini yıkıp yerine iki daire verdiği kapına dayanmak istiyorum. İnsan dayanamayınca dayanmak istiyor, bir şeylere. Ben de kapına dayanayım istiyorum. Ardında sen varmışsın, yokmuşsun; mühim değil. Gardımı düşürmek istiyorum Nilgün abla, sen bana masa al diye bir sene beklememişim gibi davranmak istemiyorum daha fazla.

Üst geçitlerin üzerime yıkılacağı düşüncemi, metroda şu hayatın falanına filanına daha fazla dayanamayacağımı, eve varmaya çalışırken metrobüste düşürdüğüm ıvır zıvırı, sıradaki taksiye binme özenimi, her şeyimi yani, bırakmak istiyorum.Kafaya bir dank vakti geliyor, şahıslar ve olaylar önemini yitiriyor. Birini sevmek de…