Yatağa uzanıp örümceklerin ağları yüzünden görünmez olmuş tavanına bakmaya başladı. Aklında birkaç saat önce sattığı kitaplarından başka hiçbir şey yoktu. Durum buraya nasıl gelmişti, o kadar mı düşmüştü, yoksulluğun içinde kayıp mı olmuştu? Hiç anlamamıştı bu düşüşü, hayatın ona ördüğü ağın içinde kalakalmıştı. Ne yapsa kurtulamıyor, kurtulmaya çalıştıkça daha fazla ağlara dolanıyordu. Mutfaktan gelen kokular düşüncelerini böldü. Birazdan karısı yemek hazır diyecekti. Sattığı kitaplar ile alınmış malzemeler ile yapılmış yemekler nasıl geçecekti boğazından? Düşüncesi bile yutkunmasına neden olmuştu. Okuduğu okumadığı almış olduğu bütün kitapları satmıştı. Sanırsın bir kâğıt parçasını değil de yüreğinin parçalarını vermişti insanlara para karşılığında. Karısı mutluydu, hem eve yiyecek bir şeyler geldiği için hem de o çok yer kaplayan kitaplardan kurtulduğu için.


Ne yapacaktı artık, herkes gibi televizyonun karşısına geçip boş boş ona mı bakacaktı? Dur biraz, televizyonları yoktu ki. Bir an unutmuştu bu gerçeği. Keşke olsaydı diye düşündü. Kitapları yerine -babaannesinin deyimi ile- o şeytan işini satardı. Tavanda ağları ile meşgul olan örümcekleri izlemek şu an en sevdiği iş olmuştu. Bir anda aklına geldi Dönüşüm kitabı. Derin bir nefes alıp verdi. Kitaplarına karşı kendisini suçlu hissediyordu. Sanki sevdiği birini yarı yolda bırakmıştı hâlbuki o ailesinin karnını doyurmak için satmıştı onları. Mecburdu, gerçekten mecburdu. Yine de engel olamıyordu yüreğine. Karısı içeriden yemek hazır diye bağırdı bütün çocukları mutfağa koşuştu. O ise devam etti bomboş bakmaya. Sanırım bundan sonra yapacak daha iyi bir şeyi yoktu. Ya da var ise o bilmiyordu. Düşünüyordu, bundan sonra ne olacaktı? Evdekiler bitince, elindeki para kül olunca ne olacaktı? Çok uğraştı, bir işe girmeye çalıştı ama kimin kapısını çaldı ise kapılar açılmadan yüzüne kapandı. 


Birden aklına geldi Tolstoy'un İnsan Ne İle Yaşar kitabı. Sevgi ile yaşardı insan sevgi... Merhamet duygusu ile var olurdu. Peki nerede sevgi, nerede merhamet? Yiyecek tek bir lokma için verilen bu savaş... Her şeyin üstünde sayılan, insanı canavara çeviren, hırsız eden bu para varken mümkün müydü sevmek? Umudunu yitiriyordu, bunu biliyordu. Sevdiği kitaplarından vazgeçmişti, yine para kazanmış, o kaybetmişti. Mecburdu evet, mecburdu. O, para canavarı değildi. Doymak bilmeyen biri de değildi. Doyumsuzluğu sadece kitaplarınaydı. Artık onlar da yoktu. Karısı çağırdı onu birkaç kere. O ise duymadı, belki de duydu, duymazdan gelmeyi seçti. En son vazgeçti karısı, susmayı tercih etti. Anlamıyordu onu, alt tarafı bir kağıt parçası için neden bu kadar üzülüyordu ki... 


Düşünüyordu. Koskoca hayatların sığdırdığı kağıtlardan vazgeçip küçücük kağıt parçaları ile yola devam ettiği için utanıyordu kendinden. Cebinden son kalan küçük kâğıt parçalarını çıkardı. Paraydı adı... Üzerini okumaya başladı. Döndü, döndü, tekrardan tekrardan okudu o kağıt parçasını. Ezberlemişti de üzerinde yazanları. Gece oldu, sabah oldu, o ise elindeki kağıt parçasını okuyup durdu. Yalandı her şey. Onun gözünde okuduğu kitaplar, duyduğu sözler, şiirler, yazarların hayatları... Bırakmıştı hepsini, tek gerçek vardı, o da elindeki küçük kağıt parçası. Evet, mutluluk buydu, tok karın bundan geçiyordu. Bak, ailesi mutlu ve huzurluydu. Bak, dertleri yoktu, bak, herkes rahattı. Evet evet, üzülmesine gerek yoktu artık. 


Üzülmeyecek kendini bırakmayacaktı, hem neden üzülecekti? Bir anda yatağından kalkıp fırladı dışarıya. Karısı, çocukları şaştı kaldı ona. O, çoktan kendini sokağa atmış; elinde kalan son parayı herkese gösteriyordu. “Bakın, tek gerçek bu! Size diyorum, mutluluk bunda. Size diyorum, bu... Bu herkesi kurtarıyor... Bakın bana, mutluyum, huzurluyum..." İnsanlar ondan korkuyor, yanından geçip gidiyordu. En son karısı geldi yanına. Durdurmaya çalıştı onu lakin o durmak istemiyordu, bağırmak istiyordu. Bu gerçeği paylaşmak istiyordu herkes ile. En sonunda karısı dayanamayıp bir tokat attı ona. Yediği tokat etkisi ile yere düştü. Elindeki para yerlere saçıldı. Karısı paraları alıp çekip gitti. Kendisi ise o sokakta tek başına kaldı. Biraz durup gökyüzüne baktı, sonra yerinden kalkıp devam etti yürümeye. Karşısına çıkan insanlara hep paradan bahsetti. 


Çok geçmeden mahalle halkı onun delirdiğine karar kıldı. Karısı onu bırakmıştı, o ise çoktan unutmuştu evin yolunu. Bir evinin olduğunu ya da bir yuvasının olduğunun farkında değildi artık. Bedeni de ruhu da bilinmez bir güç tarafından ele geçirilmişti. Alın işte diyordu, alın. İstediğiniz buydu, istediğinizi veriyorum size dedi. Sonra bir gün oldu, görünmez oldu sokaklarda. Sonradan öğrenildi, hastaneye yatırılmıştı. Onu seven doktorlar onun okuması için kitaplar getiriyorlardı ona. Okuyor muydu, yoksa okumuyor mu, kimse bilmiyordu. Gün geliyor kitapların son sayfasına, gün geliyor ilk sayfasına bütün gün bakıyordu. Ağzından ise tek çıkan kelime ise “para” idi...