Ankara yolunun hemen altında kalan köyün, tahta odalı sararan ampulün ışığında sandalyeleri birbirinden farklı olan bir masanın üzerinde kâğıttan gemiler yapmaya çalışıyordum. Dışarıda, camları kıran ve ara sıra elektriği kesip tekrar geri getiren bir yağmur var. Bu yağmurun tanelerinin camlara vurdukça çıkarttığı ses, bir yere sığınma iç güdüsü yaratır. O günde bana tam olarak öyle olmuştu. Kâğıttan gemiler yapıyor, onları bir an önce evin önündeki çeşmenin biriken sularında yüzdürmenin hayalini kuruyordum. Çünkü bunları düşünürken kâğıtları hafif tebessümlerle katlıyor, daha özenli davranıyordum. Gemileri yaptıkça anneme götürüyor ve ondan kenarlarına ismimi yazmasını istiyordum. Böyle böyle yaklaşık elimdeki kağıtlarının yettiğince irili ufaklı gemiler yaptım. Onları bir an önce yüzdürmek için, geceleyin kalın yorganların altında ve dinmeyen yağmurun sesinde hayaller kurmaya başladım. Bir an önce sabah olmasını, çeşme başına gitmeyi umut ederken uyuyakaldım.
Sabaha karşı feryat figanlarla uyandım. Sarıp sarmanladığımı, ağzımın kapatılıp ateşlerin arasında kapıyı bulmayı çalıştığımızı hatırlıyorum, tanımadığım bir adamın kucağında. Ne olduğunu anlayamayıp evin önüne çıktık bir şekilde. Evin bahçesindeki kenarları çatlamış aynaya baktığımda sanki gece yatmadan ağzımın kenarlarına bir tutam kömür sürülmüş gibiydi. Etraftaki ahali, ağlar edayla yanan eve bakarken bense insanların ayakları altında geziniyorum. Tanıdık kimseyi göremiyordum, en sonunda konu komşu beni kucaklarında gezdirmeye, evlerine götürüp elimi yüzümü yıkamaya, silmeye başlamışlardı. ‘’Annem nerede’’ dedim camdan yanan eve bakarken, yüzümü silen kadın ‘’gelecek kuzum’’ dedi, inandım. Daha sonra ‘’gemilerim nerede?’’ dedim, çocuk aklıyla. ‘’Ne gemisi oğlum’’ diye cevap verdi beni korların arasından çıkaran adam, sabah ezanı okunurken. ‘’Gemi yaptım da ben, dün gece tam beş tane’’ diye karşılık verdim. Adamcağız baktı öylece, gözleri yaşlardan parlar ve sakalını ovuşturuken.
Bekledim, annemi ve gemilerimi. Gelenden daha çok gidenler olmuştu o evin içerisinde ben uyurken. Ben suda yüzdürme hayali kurarken gemilerim kendileri gitmişlerdi, annemi de alıp derin okyanusların orta yerlerine. Ama beni neden bıraktılar diye düşünmeye başlamıştım. O gece ve ondan sonra birkaç gece kimse benimle konuşamıyordu, sadece yemek ve yatak hazırlıyorlardı. Geceleri yine kalın yorganların altında bu sefer geceleri heyecanla gemileri yüzdürmek için beklemiyor, kaldığım komşunun oğlu Orhan abiden ödünç aldığım atlastan maviliklere bakıp acaba annem ve gemilerim hangi denizde diye düşünmeye başlamıştım. Orada bir hafta kaldım, daha sonra Ankara’nın bir semtinde çocuk esirgeme kurumuna verdiler beni. Artık okula orada gidecektim, sağ olsunlar beni o dönemlerde hiç yalnız bırakmadılar. Ayda bir ziyaretime geliyorlar, geldiklerinde ise bana daha büyük atlaslar ve öykü kitapları getiriyorlardı. Bense onlara bir nevi karşılık olarak yaptığım gemileri gösteriyordum. Bu görüşmeler ayda bir, iki ayda bir olarak devam etti.
Ben liseye devam ederken Orhan abi, üniversite imtihanlarına girmişti, sonuçları ona mektupla her ne kadar sorsam da belli olmadığını söylüyor ve bir şekilde lafları birbirine katıp kıvırıyordu. Daha sonra okuldan yurda geldiğimde bir günde Orhan abimden mektup gelmişti, mektupta ‘’Üniversiteyi kazandım, hem de Ankara’da seninle birlikte olacağım.’’ yazıyordu, sevinçten ne yapacağımı bilemeyip mektuba geri cevap vermek için masama oturdum. Aradan birkaç hafta sonra Orhan abim, köyümüzden çıkıp Ankara’ya tahsiline başlamak için geldi. Gelirken her zaman olduğu gibi bana büyük atlaslar ve kendisinin çok okuyup beğendiği Sait Faik’in öykü kitaplarını getirmişti. Artık onunla birlikte Ankara’daydık.
Ben liseyi bitirince Ankara gibi bir Anadolu’nun tam ortasında yer alan Ankara gibi bir memlekette, hiç deniz görmeden atlastan baktığım denizlerin ve annemle birlikte giden gemilerimin hayalini kuruyordum. O günlerde liseden tanıştığım ve ondan sonra dostluğumuza devam edeceğimi düşündüğüm birkaç arkadaşıma, üniversitede Coğrafya okuyacağımı, denizlere ve gemilere ilgim olduğunu, hayat öykümü derinlemesine anlatmadan söyledim ve şaşırmıştılar. Benim üniversiteye gideceğim yaz mevsiminin orta haftalarında ise Orhan abimin, annesi ve babası köyden ilçeye giderlerken trafik kazası yaparak yaşamlarını yitirdi. Orhan abim annesi ve babasını kaybederken ben ise bir kez daha ailemi kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyordum.
Artık o yaz Orhan abimle, atlasların derin maviliklerine bakarak gemileri, annemizi düşünüyorduk. O günden sonra birbirimize daha sıkı sıkıya bağlanmıştık. Orhan abim İşletme bölümünden mezun olmuş, bir devlet dairesine memur olarak atanmıştı. Ben ise liseyi bitirdikten sonra Ankara’da Coğrafya bölümünü kazandım. Artık annemi ve o gece yaptığım gemileri tasavvur ederek dersi dinliyordum.
SON