“Gözbebeklerindeki o sıcak gülüş, evin eşyalarına, odanın her tarafına sinmiş.”
Mehmet Uzun
Ayakları olmayan on yıllık çekyatıma kıvrılmış, gazete okuyorum. Sen ise yere yüzüstü gelmiş, bir çorabın ayağının ucunda, bilgisayarda sınav sorusu hazırlıyorsun. Okuduğum sayfayı bir daha sonra bir daha okuyorum. Sobanın kendine özgü güzel çıtırtıları aklımı çeliyor. Az önce, gazete kâğıtları üzerinde kahvaltı yaptık. Sofra hala yerde duruyor. Tembellikten değil, kahvaltı sofrasını kaldırmadan, hemen yanına kıvrılıp çay içmek bir başka keyif veriyor ikimize de...
Beni aşçı sanacak kadar az anlıyorsun yemek yapmaktan. Teflonu kazınmış tavaya kırdığım yumurtalar bile bir başka güzel geliyor sana. Ve tabii, dağdan topladığım incirlerle yaptığım reçele bayıldın... Ne zaman yaptığım bir şeyleri yesen önce ağzını şapırdatıyor sonra "senin elinin tadı güzel" diyorsun. Nasıl da güzel, samimi bir övgü bu. Belki de bu sözü duymak için yapıyorum tüm bunları...
Sobanın üzerinde kuşburnu çayımız kaynıyor. Onları da dağdan topladım; ellerimde hala diken izleri... işte bunlar da senin için sözüyle karşılaşıyorum içimde… Ve günlerden cumartesi, saat, 12... Küçük bir ilçedeyiz, benim bekâr evimde. Dışarda kar ve sessizlik, içerde ise sobanın, kaynayan çayın, çevrilen gazete sayfalarının ve senin sesin var. Durup durup bir türkü mırıldanıyorsun; eşlik etmek için anlamaya çalışıyorum ama sesin bir ninni gibi yumuşak, derin... o kadar belli ki türkü söylediğinin farkında olmadığın.
Bir sayfa çeviriyorum gazeteden. Sanki o sesi beklermişsin gibi dönüp; "yavru, biz ne zamandır birlikteyiz" diye soruyorsun. Muziplik değil, gerçekten de öyle hissettiğim için "bin" diye cevap veresim geliyor. O kadar alışmışım ki sana, sanki öncesinde hiç var olmamışım ya da birlikte var olmuşuz... Düşününce hatırlayacakmışım gibi anıları yoklamaya başlıyorum. Garip zamanlar geliyor aklıma sonra da çocukluğum. Elim annemin elinde, bir sokakta yürürken ilk defa sela okunduğunu duymuş, sormuştum. Ölenlerin ardından okunurmuş. Nedense ağıt gibi gelmişti bana ve gerçekten de ağlayacak gibi olmuştum. Şimdi sen sorunca, nedense aklıma böyle kırık hatıralar geliyor.
Neden sonra; "dört yıl oldu galiba" diyorum. Düşünceli bir şekilde dönüyorsun önüne. Kulağım yine, sobanın güzel sesiyle dolmaya başlıyor. "Evlenelim mi?" Ben soruyorum bu sefer. "Benimle evlenir misin diye sorman gerekmiyor muydu" diyorsun." Tamam o zaman, benimle evlenir misin" diye tekrar soruyorum. "Niye evleneceksin ki benimle" diyorsun bu sefer başını geriye çevirmeden. Kendiliğinden, şu sözler dökülüyor ağzımdan: "birlikte kahvaltı yapmak için..."
Bir cevap vermiyorsun ve bir türlü anlayamadığım türküne geri dönüyorsun. Düşünüyor musun acaba? Gazeteyi yere koyup salonuma göz gezdiriyorum yeniden. Ayaksız bir çekyat, bir eski kilim, duvar diplerinde oturmak için süngerler, bez bir elbise dolabı, yerde gazeteler, bir köşeye istiflenmiş kitaplarım... Sonra yanan bir soba, sonra dışarda kar, küçük bir ilçe, ellerimdeki diken yaraları ve sen ve tüm bunların yarattığı boyumu aşan mutluluk...
Buradasın, boyumu aşan mutluluğun içinde. Evet, seninle evlenmek istiyorum. Çünkü seninle gazete kâğıtları üzerinde kahvaltı yapmak istiyorum.
Sadece bunu istiyorum işte. İkinci bir sebep bile o kadar gereksiz geliyor ki...
17 Ocak 2021 Pazar
Gültepe