Nemli kaldırımda oturuyorum şimdi, yağmurdan kalma o yaşanmışlıklar gibi buram buram kokan toprak kokusunu ciğerlerime alabildiğine dolduruyorum. Çaprazındaki restorantta tekrara girmiş gibi sürekli Fransız dönem şarkıları çalıyorlardı. Dizlerimi kendime çekmiş, başımı dizlerimin üzerindeki koluma yaslamıştım usulca, aralık gözlerimle tarifsiz hisler yaşatan şarkılara kulak verdim. Fransızları hiç sevmezdim hele ki şu dillerini kıvrak kıvrak kullanarak konuşmaları yok mu... Nefret ediyordum. Şarkılarını çok severdim ama beni hep uzaklara götürür duygularımın olduğunu hissettirirdi. Sadece şarkı söylesinler istedim, artık biri daha çıkıp kalbimi kırmasın; o derin ve anlamlı bakan gözleriyle varlığından emin olamadığım kalbimi paramparça etmesin istedim. Çok mu şey istedim? lütfen biri daha karşıma çıkmasın... Kaldıramam. 


Şimdi bir ispanyol meyhanesinde oturuyorum, sanki tüm hayatları boyunca aşk acısı çekiyor gibi kırmızı dudaklarından dökülen melodik acılar kalbime bir ok gibi saplanıyordu. Öyle bir içtim ki o gece... Yine her gece olduğu gibiydim işte. Hayatımın geri kalanında Fransızlardan kurtulmak istiyordum bu yüzden İtalyanca ve İspanyolca dinliyorum artık. En çok da

İtalyanca dinliyorum, beni artık ne üzebilir ne de aşk acısı çektirebilirsiniz. Bundan sonra başkalarının acılarına kadeh kaldırır onlara göz yaşı dökerim. Belki de şu uzata uzata şarkı söyleyen italyan kadını hayal ederek her gece iki paket daha bitiririm.