“Ağlamasana güzel yavrum. Ağlama canım evladım.’’

Ölüm kalanı yakar derler, öyle değilmiş. Bitap düştüm. Üzülmekten, sevdiğim herkesi üzülürken görmekten yoruldum. Ölüm, ölene de koyuyormuş meğer.

Kendime yanamıyorum bir tek. Öldüğüme, daha genç sayılacak yaşımda dünyadan koparıldığıma isyan edemiyorum. Fırsat gelmiyor ki. Bir çeşit işkence bu. Evladımı, eşimi izliyorum. Onlar hıçkırıklara boğulurken, başımda ağıt yakarken ben sadece uzaktan bakıyorum. Elimden başkası gelmiyor. Ne yaklaşabiliyorum ne de sesimi duyurabiliyorum. Tanrı’m, nasıl bir ceza bu? Bana günahlarımın bedelini daha araftayken mi ödetmeye başladın?

“Yapma Hülya, kendini bırakma böyle. İyi olacaksınız, ne olur! Gitmedim bir yere, buradayım. Lanet olsun ki buradayım.’’

Beyin değilmiş insana hissettiren. Ruh kendi başına hissedebiliyormuş da henüz yaşarken beyine bağlıymış sadece. Öyle olsa gerek çünkü ben bayağı bayağı hissediyorum, acı çekiyorum! Sevdiklerimin feryatlarını duydukça mahvoluyorum. Nereye damladıklarını bilmediğim gözyaşlarımla ağlıyorum. İç çekiyorum, sabır çekiyorum. Şişiyorum, ruhum şişiyor. Bir kapı falan yok mu geçmem gereken? Hepsini görmek zorunda mıyım?

“Merhuma hakkınızı helal ediyor musunuz?’’

“Helal olsun!’’

“Ediyor musunuz?’’

“Helal olsun!’’

”Ediyor musunuz?’’

Anladık işte, ediyorlar. Ne de çoklar. Yarısından çoğunu tanımıyorum. Hepsi de siyah giyinmiş bu insanların burada işi yok. Ben yaşarken ne yaptılar da ölüme geldiler? Üstümdeki hakları ne? Nihayet alıyorlar beni musalla taşından. Aslanım benim, en önde. Babasına sırt vermiş. Sana hakkım helal oğlum. Seni çok seviyorum. Anneni yalnız bırakmasaydın ama keşke. Boş ver, ne idiği belirsiz bu herifler çeksin yükümü. Sevaba onlar girsin, sen annene destek ol. Mezarlığa gidiyorum onlarla. Engel olamıyorum ki, sürükleniyorum. Bir yanım her ne kadar kalmak, oğlumu ve eşimi bu soğuk yerde -kalbi soğuk insanlarla- yalnız bırakmak istemese de aslında gitmek istiyorum. Kapının arkası beyaz da olsa kırmızı da olsa geçeceğim içinden. Yeter ki o kapı belirsin. Cennet olursa ne âlâ. Cehennem olursa da tereddüt etmem. Bundan beterini çektirebilirler mi ki orada? Bitti, kapattılar üstümü. Aslan oğlum kimselere bırakmadı, elleriyle koydu beni ebedi istirahat yerime. Kaptığı küreği bir süre sonra elinden almaya çalıştılar, ona da izin vermedi. Babacığının üstüne bir örtü çekene kadar toprak attı. Gözyaşlarıyla suladı beni. O siyahlı adamlar ne kadar da meraklılardı halbuki poz vermeye, elinde kürekle akşam haberlerine malzeme satmaya. Bilmem ne bilmem ne, acılı aileyi yalnız bırakmadı.

Bıraktılar aslında. Ben daha ölmeden ailemi bu kadere mahkûm ettiler. Onların politikası yüzünden öldüm ben. Onların politikasıyla gelecek paralar, mallar, mülkler yüzünden kurşun yedim. Hiçbiri yanımda değildi. Ben ve benim gibiler vardı sadece. Birbirine hakkı geçen kardeşlerdik biz. Onların hakkı bana helal, benim de onlara ama bu siyahlılara haram olsun! Gerçi pek de istedikleri gibi olmadığına eminim. Oğluma babasının üniformasından giydiremediler sonuçta. On sekizinden sonra, artık bir delikanlı olmuşken konuşmuştum onunla: “Oğlum,’’ demiştim. “Ola ki böyle böyle olur, sadece içinden geleni yap! Kimseyi dinleme. Söylediklerini yapmak zorunda değilsin. Fotoğrafını çekmek isteyenleri tatmin etmek zorunda hiç değilsin. Al beni, göm, sonra git evine.’’ “Allah korusun baba,’’ demişti canımın parçası. “Deme böyle şeyler.’’ Şimdi de elini sıkıyorlar canımın ve canımın anasının. Kocaman gözlüklerinin siyah camları arkasından hüzünlü bakışlar atıyorlar. “Biz her zaman yanınızdayız, bunu böyle bilin.’’ Tamam, gidin artık. Alın şu kameralarınızı, gidin de bitsin. Oğlumu ve eşimi yalnız bırakın. Aileleri destek olsun onlara. Sonra ben de gideyim, ruhum hangi kapıya çekilecekse çekilsin. İşkence son bulsun.

“Hadi oğlum, hadi.’’ Annesiyle kol kola, omuz omuza yürüyorlar. Çiçekler diktikleri yatağımdan uzaklaşıyorlar. Peki ben niye onlarla gidiyorum? Nereye gidiyorum? Burada kalmayacak mıyım? Bir kapı olmayacak mı? Rabb’im bir de evde mi dinleyeceğim onları? Karımı yatağında yalnız, kokumun geçtiği kıyafetlerime sarılmış ağlarken mi izleyeceğim? Oğlumun yemeden içmeden kesilmiş haline mi bakacağım?

“Babamı özledim anne.’’

“Ben de oğlum.’’

“İyi midir sence? Huzurlu mudur?’’

Meleğim diye sevdiğim kadın şiş gözlerini kısarak bulutlara çeviriyor: “Orada,’’ diyor benim için. “Nurlar içinde, bizi izliyor.’’

Hayır Hülya’m, buradayım. Yanı başınızdayım. Huzurlu değilim, kahroluyorum. Tıpkı sizler gibi acı çekiyorum. Sizinki geçecek biliyorum, zamanın iyileştirmediği yara yoktur çünkü. Korktuğum benimki… Ben de iyileşecek miyim? Bir kapı açılmazsa eğer, sizinle kalarak iyi olabilecek miyim?