“Bak anne, işte orada. Bize doğru geliyor, görmüyor musun? Baksana nasıl da büyüdü. Kapkara bir şey.”


Gözlerim yavaşça açıyorum. Annem, bir eli alnımda, diğerinde büyükçe bir kitap tutmuş anlamadığım bir şeyler mırıldanıyor. Sonra suratıma üflüyor hepsini. Nereden öğrendiğini soracak oluyorum böyle konuşmayı ama dönmüyor dilim. Sırtımın üşüdüğünü hissediyorum birden. Ah, yine ateşim çıkmış. İnsan yanarken nasıl üşür aklım almıyor.


Yorgunluktan zar zor açabildiğim gözlerimi yatağımın yanı başında yanan muma çeviriyorum. Nasıl da heyecanlanıyor annem konuşmaya başlayınca. Hele bir de üfleyince, çıldırıyor sevinçten. Hülyalı gözlerle mumu izlerken o karartı geliyor aklıma. Kimdi? Neden konuşmuyordu? Acaba annem anlar mıydı dilinden? Muhakkak anlardı. Her şeyin dilinden anlardı annem. Oyuncaklarımla konuşmuyor muydu hep.


Yarı baygın gözlerle mumun duvardaki dansını izlerken annem iyice ısınmış olan bezi yerde duran leğene batırıp tekrar alnıma koyuyor. Zaten zar zor hakim olabildiğim dişlerim soğuk bezin vücuduma değmesiyle birbirine çarpıyorlar. “Söz, bir daha terli terli su içmeyeceğim.” Annem duymuyor bu sözü. Bezin tekrar ısınmasını fırsat bilerek konuşmaya çabalıyorum. “Anne, bana da öğretsene böyle konuşmayı.”


Yataktan sıçrayarak uyanıyorum. Sırtımdan terler boşalıyor. Üşüdüğümü hissediyorum. Susuzluktan kurumuş boğazımı rahatlatmak için sürahiye uzanıyorum. Suyu doldururken masanın üzerindeki uyku hapları takılıyor gözüme. Bir tane içip ıslak yatağa geri atıyorum bedenimi. Gözlerim yavaşça kapanıyor ve içimden tekrarlıyorum; “Söz, bir daha terli terli su içmeyeceğim.”